Bu ülkede kimler nerelere, hangi makamlara geldi; bu asîl milleti hangi liyâkatsiz kişiler “adam” diye sözüm ona yönetti!
Kendisini idâreden âciz, milletini ve milletinin kıymet hükümlerini kat’iyen tanımayan bir sürü zıpır, devir devir çeşitli yollardan iktidâra gelip, başımıza çöreklendi ve sayısız gaileyle bizleri karşı karşıya bıraktı.
Hâlâ da bundan farklı bir muâmele gördüğümüz yok!
Gâh seçimle, gâh da süngülerin gölgesinde iktidara gelenlerin kerâmeti neydi diyecek olursanız;
her şeyden önce kerâmetleri(!) kendilerinden menkul bu türedilerin milleti kandırmak ve kendilerini “bir şey” zannetmekten öteye de hiçbir meziyetleri yoktu.
Esâsen bugün Türk Milleti’nin ve Türk Devleti’nin zorlu dertleri var ise; -ki var- bu dertler Atatürk sonrası iktidar koltuğuna oturup, onun sermâyesini kıyasıya çar-çur eden, fakat aslâ devlet adamı ve liderlik vasfı taşımayan; yalnızca “büyük adam rolü oynamaya çalışan” aktörlerin mârifetidir.
3 Nisan 2007 târihli gazetelerden şunu öğreniyoruz:
(Prof. Aydın Köksal, geçen hafta TBMM Türkçe Komisyonuna bilgi verdi. Köksal, Meclis tutanaklarına giren konuşmasında 12 Eylül dönemine ilişkin çarpıcı bir iddiayı gündeme getirdi.
1983 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından 3 ciltlik Atatürkçülük kitabı hazırlandığını söyleyen Köksal, kitapla ilgili kendisinin de aralarında bulunduğu 42 profesörün askerler tarafından çağrıldığını belirterek, şunları söyledi:
“O zaman ben doçenttim.
Kenan Paşa ve Millî Birlik Komitesi üyesi general arkadaşları vardı. Bize, hazırlattıkları 3 ciltlik Atatürkçülük kitabını sordular. Düşüncelerimizi öğrenmek istiyorlardı.
Ben ve birkaç arkadaş, kitapta Atatürk’ün dil devrimiyle ilgili çalışmalarına neden yer verilmediğini sorduk, bunun yanlış olduğunu söyledik.
Israrla bunu dile getirdik. Bir generalin, bizim bu düşüncelerimize karşı çıkarak, (Evet Atatürk’e medyunu şükrânız. Mustafa Kemâl bir kurtarıcıdır; her şeyimizi ona borçluyuz. Ancak, beşerin de hatâları olabilir. Atatürk’ümüzün de bâzı hatâları vardır. Eğer Türkçe’yi değil de İngilizceyi resmî dil, devletin resmî dili olarak benimseseydi, şimdi biz Pakistan ve Hindistan gibi bütün millet İngilizce konuşuyor olacaktık. Hızla kalkınacaktık.) sözlerini sarfetmesi hepimizi şoke etti.
Üstteki haberin devâmında Kenan Evren ve arkadaşlarının bu konuşmaya herhangi bir tepki göstermedikleri de dile getirilerek, o sıralarda Pakistan ve Hindistan’ın açlıktan kırıldığı da belirtiliyor.
Aradan 24 koca yıl geçtikten sonra Türk Dili adına kahraman kesiliveren ve bu çarpıcı haberi bizlere duyuran ilim adamını tebrik etmez de ne yaparsınız?
Türkiye’yi devir devir deneme tahtasından beter hâle getirenlerden söz ederken, sâdece politikacıları değil; ilim adamı kisvesine bürünmüş zevâtı da saymalıyız.
Neden bunca yıl sustuğunu sorsak, acabâ bu sayın ilim adamımız ne cevap verecektir? Yoksa, şu günlerde belirli çevrelerce pek revaçta olan Genelkurmay Başkanı’na ve Türk Ordusu’na “bulaşma” modasına mı uymaktadır?
Bunlar ve başka sualler sorulabilir.
Fakat, siz şu kafayı görüyor musunuz? İnanılır bir iş midir bu? Sırtınızda bu üniformayı taşıyacaksınız; Atatürkçülüğü de kimselere bırakmıyacaksınız, fakat (Atatürk’e sövercesine bir inancın ve düşüncesizliğin adamı) olacaksınız.
Pes doğrusu! Ve esâsen, her şeyi bildiğini zannedip hiçbir şeyden haberdar olmayan bu güruh, Cumhuriyet döneminde “sürüsüne bereket!” dedirtecek derecede çok sayıda benzeri icraatın veyâ ma’rifetin(!) kahramanıdırlar.
“Atam, izindeyiz!” diye yalandan nutuk atan bu sahtekârları görse, acabâ Atatürk ne yapardı?
Hele şu İngilizce hayrânı ve “hızla kalkınacaktık” yâvesine kapılmış godoşları görüp, duysaydı. Herhalde, adamların apoletlerini kendi elleriyle söküp alırdı.
Hangi utanmaz yüz ve kızarmaz çehredir ki; “İngilizceyi resmî dil yapsaydı” diye Mustafa Kemâl’e bühtanda ve hakarette bulunur?
23.04.2007