Ona önce “hârika bebek” dediler.
Büyüdü, adı “hârika çocuk” oldu. Herkes onun aklını, zekâsını methediyordu; yıllarca okudu, diplomaları arttı. Ama nedense büyüyünce “hârika adam” diye anılmadı. O hep “hârika çocuk” olarak kaldı ve nedendir bilinmez, diplomalarının hiç birinde “hârika doktor”,”hârika mühendis”,”hârika fizikçi” gibi bir unvan da yoktu.
Bir gün bir haber duyuldu:
“Hârika çocuk ölmüş” dediler.
O’nun arkasından “hârika ölü” diyen de çıkmadı. Mezartaşına “hârika çocuk” yazdılar. Yakınları ona bir mezar yaptırdı ki, çoğu kimse o nâdide mezarı “hârika mezar” saydı. Dünyâya bebek gelip, dünyâdan çocuk olarak gidenlere bundan daha büyük hârika olamazdı. Nitekim bir gece kabirden kalkan ve toprağı “yırtan” hârika çocuk, mezartaşındaki yazıları kazıdı.
Sonra –bir bayram sabahıydı- yaşayan ölülere şöyle seslendi:
“Mâlûmu mâl etmek değil,
Mânâyı hâl etmektir hüner!”
İşte o günden beri, onun adına “hârika ölü” dediler.