Bu durumda sorumuzu bir başka açıdan yeniden tekrar edelim.
Zira baba tarafınızdan Cemaleddin Aksarayî’ye dayanan bir soyunuz olmakla birlikte biz biliyoruz ki, anne tarafınızdan Kenan Rifaî’nin torunusunuz. Değil mi?
Evet, beni asıl tanımlayan ve sanırım buraya davet edilmiş olmamı da temellendirecek olan keyfiyet budur. Yani tasavvufî muhitlerle alakam, anne tarafım dolayısıyladır.
Annem, Osmanlı son dönem maarifçi ve mutasavvıflarından Kenan Rifaî’nin (soyadı: Büyükaksoy) kızıdır. Üç çocuğundan sonuncusudur.
Ben de annemin küçük oğluyum.
Kendilerinin de yedi torunundan en küçüğüyüm ve 7 Temmuzunda vefat ettiği 1950 yılının 29 Aralığında dünyaya gelmişim. Kendileri (o yıl doğacak olan); İki torunum olacak. Kız olana Nazlı adını verin, oğlan olana da Kenan adını verirsiniz demişler. Dolayısıyla bana bu ad kendilerinin emriyle verilmiş.
Kenan Rifaî’nin hayatından bahsedebilir misiniz?
Kenan Rifaî Hazretlerinin hayatıyla alakalı çok kısa bir bilgi vereyim. Kendileri, Hacı Hasan Bey’in torunu ve İstanbul’dan Filibe’ye göçmüş olan bir ailenin çocuğu olarak, babasının memuriyeti nedeniyle Selanik’te olduğu senelerde, orada dünyaya geliyor.
Özellikle bunun altını çizmek istiyorum. Efendi kitabında kendilerinin Selanikli ve Sebataist olduğu ifade ediliyordu. Hiç bir alakası olmadığını söylemeliyim.
Ayrıca benim bilmediğim bir şeyi bu efendi nasıl biliyor, onu da bilmiyorum.
Çok küçük yaştan itibaren Galatasaray Sultanîsi’ne gidiyor ve buradan 1885 yılında mezun oluyor. Bir müddet mülkiye ve hukuk gibi tahsillerde bulunduktan hemen sonra Balıkesir İdadîsi Müdürü olarak tayin ediliyor.
Ardından, Adana Maarif Müdürlüğü’ne ve daha sonra da Rumeli’ye, şimdi Makedonya toprakları dâhilinde olan Manastır Maarif Müdürlüğüne, oradan da Trabzon Maarif Müdürlüğü’ne tayin ediliyor.
Kendilerinin Osmanlı dönemindeki ismi nedir?
Yer yer, Mehmet Kenan olarak tanınan Kenan Bey’in ismi Maarif Müdürlüğü’nde Abdülhalim Kenan olarak geçiyor. Trabzon’dan sonra, 1900’lerin başında Numune-i Terakki müdürü olarak İstanbul’a geliyor.
Bu dönemde içinde duyduğu derin Peygamber aşkı sebebiyle Medine’ye gitmek istiyor. Duaları kabul oluyor ve Abdülhamit’in maarif reformları çerçevesinde Medine’de açılan İdadî-i Hamidî müdürlüğü kendilerine teklif ediliyor. Uzun müddet kaldığı Medine’de Hamza Rifaî Hazretlerinden icazet alıyor.
Ama daha evvel, Filibe’de, hem annesinin, hem de kendisinin intisab ettiği, Kâdirî şeyhi olarak da bilinen Ethem Efendiden dolayı Kâdîrî tarafı var.
Yanılmıyorsam Mehmet Zihni Efendi ile de bir akrabalığınız bulunmakta.
Mehmet Zihni Efendi, nenemizin yani anneannemin annesinin (ki ben o ninenin elinde doğmuşum) babasıdır.
Kenan Rifaî Hazretlerinin dergâhından bahsedebilir misiniz?
Evet, şu anda büyük babamın restore edilmiş bulunan Konağında oturmaya devam ediyoruz. Oturduğumuz bu Konağın yanında bulunan, 1925 yılında kapatılarak ve kendine mahsus bir konak haline getirilen mekân ise, Altay Dergâhıdır.
Altay Dergâhı, Ümmü Kenan Dergâhı olarak da biliniyor. Planı değiştirmeden, bu binayı Cenan Vakfı olarak yeniden inşa ediyoruz.
Demek ki dergâh-ı şerif, restore ediliyor. Eski dekoruyla onu yeniden kazandıracağız inşallah. Elimizde kalan malzeme, eşya, levha her ne varsa onları da koymak suretiyle bir müze olarak açmayı ve kurmuş olduğumuz Cenan Vakfı’nın merkezi haline getirmeyi düşünüyoruz.
Cenan Vakfı hakkında biraz detaya girebilir miyiz?
Efendim bizim camiamız için fevkalade ehemmiyetli olan bir kadın şahsiyet var ki, o da büyük babacığımın annesi.
Onun ismi Cenan ve evimizin de ilk sahibesi. Dergâh-ı Şerif de konağın bahçesinde kurulduğunda Ümmü Kenan Dergâhı ifadesiyle onun adına oluşturulmuş. Bütün bu tedailer sebebiyle vakfımıza Cenan ismini verdik.
Vakıf’ın mahiyetine gelince;
acaba bugün için kendi çerçevemizde, dünyaya, insana, topluma hizmet edebilir miyiz diye düşündük ve bu bizi böyle bir vakfı kurmaya yöneltti.
Aynı zamanda tasavvuf ve etik kültürümüzün evrensel boyutlarıyla tetkik edilip tanıtılmasına yardımcı olmak da yine vakfın amaçlarındandır.
Onu tasavvufî sahada, tabi ki sizlerin de, tüm bu sahada çalışan insanların da katkısıyla, ama mahiyeti itibariyle dışarıya da yönelik olarak, farklı dünyalardan gelen insanların da istifade edebileceği bir yer olarak düşündük.
Mesela,
Hz. Muhammed’in doğum yıldönümü vesilesiyle bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen uluslararası toplantılar tertib ettik.
Bu çerçevede her yıl, Dost ödülü adı altında, yurt içinde ve yurt dışında Hz.Muhammed’in doğru bir şekilde tanıtılmasına hizmet eden eser sahiplerine ödüller veriyoruz.
Bu ödül, 2005’de North Caroliana Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Carl W. Ernst’e‚ Following Muhammed isimli eseriyle tasavvuf ve eğitime yapmış olduğu katkılardan dolayı verildi.
2006’da Hz. Muhammed’in Hayatı isimli kitabı vesilesiyle Martin Lings’e (Ebubekir Siracüddin) ve Peygamberimizin Şemaili isimli kitabı vesilesiyle Prof. Dr. Ali Yardım’a verildi.
Bu sene ise‚
Hz. Muhammed isimli kitabı vesilesiyle Muhammed Hamidullah’a ve Peygamber ilahileri isimli kitabı vesilesiyle de Yusuf Ömürlü’ye verildi. Bu alanda Türk Kadınları kültür Derneği ile birlikte çalıştık.
Vakıflar burada insanı tanımlamıyor, vakıflar hizmeti tanımlıyor. Kubbealtı Akademisi de, Türk Kadınları Kültür Derneği de hep bunu yapıyor. Vakıflar bir hizmet sahasını kendilerine iştigal alanı olarak seçerler. Cenan Vakfı da böyle bir hizmet sahasındadır.