YABGU Han’ın, Kuzey Asya’da Büyük Türk Hâkanlığı’nı kurduğu; Milâttan önceki 220 senesinin üzerinden 854 yıl geçmişti. Yâni milâdın 634’üncü yılında bu büyük hâkanlık çok büyük sıkıntılar içinde bulunuyordu. Türklerin en büyük düşmanları –her zaman olduğu gibi- Çin İmparatorluğu idi. O sıralarda Çinliler, 10.Büyük Türk Hâkanı Çulluk Kağan’ı eşi vâsıtasıyla zehirlediler. Bu kadın yâni İçing Hâtun aslında bir Çin prensesiydi. 621 yılında yaşanan bu sûikast sonucu ölen Çulluk Kağan’ın yerine, kardeşi Kara Kağan başa geçti ve dul yengesi İçing Hâtun’la o çağın töresine uyarak evlendi.
Fakat devleti yönetirken çok büyük hatâlar yapmaya başladı. Bu hatâların altında gene İçing Hâtun’un oyunları vardı. Peş peşe gelen soğuklar ve dolayısıyla yaşanan kıtlık yılları da Türk illerinde büyük zararlar doğurdu. İşte bütün bunları bilen Çinliler Asya’nın kuzeyindeki Türk ülkesine büyük bir orduyla saldırdılar. Kara Kağan, bu savaşta yenildi; yüz bin civârındaki Türk’le birlikte esir düştü. Dört yıl süren bu tutsaklık sırasında Kara Kağan üzüntüsünden öldü.
Çinliler, Kara Kağan’ın yerine Doğu Göktürkleri’nden Sirba Kağan’ı hâkan olarak ilân etti. Fakat Sirba Kağan bir kukladan başkası değildi. Hayâtı 900 yıla varan Türk devletinin Çin’e tâbî olduğunu kabûl etmek gibi bir aşağılık işe boyun eğdi. Yüzyıllarca Çin’in ve bütün Asya’nın efendisi olan Türkler, bu utanç dolu boyunduruktan kurtulmak için fırsat kollar hâle geldi ve kendilerine bir önder aramaya başladı. Böyle bir kahraman, çok geçmeden ortaya çıktı; kendisi Çulluk Kağan’ın yeğeniydi ve adı da, Kür Şad’dı.
Türkler, ihtilâl hareketi için yiğit bahâdırlardan meydana gelen kırk kişilik bir ekip kurdular ve Başbuğ olarak da Kür Şad’ı seçtiler. Ancak Kür Şad’ın en başta ileri sürdüğü bir şartı vardı; Çinlileri Türk yurdundan kovmak ve esir yaşayan Çin’deki Türkler’i kurtarmak gayesi gerçekleşirse Kür Şad Hâkan olmayacak ve böyle bir vazîfeye getirilmesi istenmeyecekti. Çünkü hiçbir Türk, ihtilâlin tamâmen millî bir gayeyle başlatıldığından şüphe etmemeliydi. Başlangıçta bu yolda ısrarlar olunca, Kür Şad hemen îtirâz etmiş ve Hâkan olmak niyetiyle işe girişmediğini kesin şekilde belirterek üstteki şartı diğer beğlere ve ileri gelenlere bildirmişti.
Bunun üzerine, eğer ihtilâl başarıyla sonuçlanırsa Kür Şad’ın yeğeninin Hâkan olmasına karar verildi.
Bu sıralarda Çin’de 18’inci İmparatorluk hânedânı olan Tanglar’dan 2’nci imparator Li Şih-min hüküm sürmekteydi. Kendisi 40 yaşındaydı ve 13 seneden beri tahtta oturuyordu. Çin, elli milyon nüfûsuyla dünyânın en kalabalık ülkesiydi. Çin’in kuzeyinde tutsak tutulan yüz binlerce Türk, her an yok olmak tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
Kür Şad ve çevresindeki kahramanlar bir plân yaptı. Bu plân kısaca şöyleydi: İmparator Li Şih-min esir alınıp Türk illerine kaçırılacak; sonra da Çin sarayında esir tutulan Türkler’le takas edilecekti. İmparator kaçırılır kaçırılmaz bütün Türkler ayaklanacak ve hürriyetlerini yeniden kazanmak için mücâdeleyi her tarafa yayacaklardı.
Türkler, Çin İmparatoru’nun her gece Başkent Çangan şehrinde kılık değiştirerek dolaştığını haber aldılar ve plânlarını buna göre yaptılar; bir sokak baskını vererek, imparatoru esir almak, onlara kolay göründü.
Ancak, bu baskına girişecekleri gece işler ters gitti. Çünkü şiddetli bir fırtına patlak verdi ve Çin İmparatoru sarayından bu sebeple çıkmadı. Kür Şad, baskın haberinin şu veyâ bu şekilde Çinliler tarafından öğrenilip esir Türkler’e karşı bir katliama kalkmaları ihtimâlinden korktu. Korkunç bir cesâretle, imparatorluk sarayını basıp, istediği adamı silâh zoruyla ele geçirmek gerektiğine karar verdi. Çünkü kendisiyle berâber olan kırk yiğidin, Çinlilerle kıyas edilmeyecek derecede müthiş silâh kullandıklarını biliyor ve onların bu ustalıklarına güveniyordu.
Gerçekten de o gece, kırk bahâdır Türk, Çin Sarayını bastı. Kanlı çarpışmalar yaşandı. Türk savaşçıların attığı ok ve eşine rastlanmaz şekilde kullandıkları kılıçlarla yüzlerce Çinli muhâfız öldü. Fakat ölenlerin yerine yerden bitercesine Çinli geliyor ve işin sonu görünmüyordu. Çin İmparatorunun hassa kuvvetleri, her ölen Çinli askerin yerine on Çinli olarak Türkler’in karşısına dikiliyordu. Öyle bir an geldi ki Kür Şad, bu şekilde dövüşerek İmparatoru ele geçiremeyeceklerini anladı. Adamlarına sarayı terk etmeleri emrini verdi. Ne ki oradan yaya olarak kaçmak akıl kârı değildi. Onlara mutlaka at lâzımdı. Türk yiğitler ise şehir sokaklarında dikkat çekmemek için atlarını geride bırakmış ve yaya olarak gelmişlerdi. At temin etmek içinse bir tek yol vardı; sarayın ahırını basmak.
Öyle yaptılar.
İmparatorun has ahırına dalan Kür şad ve arkadaşları, seyisleri zararsız hâle getirip atlara bindiler ve karşılarına çıkan muhâfız duvarlarını birer birer parçalayarak saraydan çıktılar. Peşinden, şehir surlarının bir kapısını da zorlayıp, Başkent’in dışına çıkmayı başardılar. Fakat arkalarından koca Çin ordusu geliyordu. Vey Irmağı’nın kıyısına gelince, kıyâmet koptu. Amansız tâkip korkunç bir vuruşma hâlini aldı.
Irmağa ulaşan Kür Şad ve arkadaşları suyun karşı tarafına geçemeden Çinliler tarafından durduruldu. Birkaç yüz Çinli çerisi, Türk oklarıyla can verdi. Ne var ki kırk yiğidin değil dövüşmek, yay gerip kılıç sallayacak tâkati kalmamıştı.
Târihin, bir benzerini kaydetmediği, göz yaşartıcı, muhteşem bir kahramanlık sahnesi yaşandı. Güneş ışıkları karanlığı yırtmağa başladığı saatlerde Kür Şad ve yoldaşları, canlarını Çinlilere pahalıya satmak için son gayretlerini harcadı. Her dakîka bir Türk yiğidi Vey Irmağı’nın sarı sularını kıpkızıl renge boyuyordu. Bir an çevresine bakma fırsatı bulan Kür Şad, kendisinden başka kılıç sallayan kimsenin kalmadığını gördü.
Arkadaşlarının hepsi cansız yatıyordu.
O da son kılıcını savurdu. Şanlı atalarını, Teoman Han’ı, Oğuz Han’ı, Bumin ve İstemi Kağanları yanı başında görüyordu. Nihâyet gözlerini yumdu ve öteki yiğitlerin ortasına düştü, kaldı.
Bu hâdiseden sonra, Çin boyunduruğundaki Türkler, ihtilâl başarılamadı diye korkup sinmedi. Tam tersine bir hava esti ve bütün Türk illerinde, karşı konulması imkânsız bir hürriyet fırtınası başladı.
639 yılının karanlık ve fırtınalı bir gecesinde kırk Türk’ün, hayâl bile edilemeyecek baskını, Çinlileri kalplerinin derinliklerine kadar titretti. Türkler, Kür Şad’ın kardeşleri ve yeğenleri, şanlı Göktürk hânedânı içinden kendilerine yeni başbuğlar buldu. Hürriyet ve istiklâl ülküsü, yeniden kabarıp taşmak, yine Asya’nın Efendisi olmak inancıyla coştu, büyüdü.