“ALTIN ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir; bir sevgiye harcanmadıktan, bir güzele fedâ edilmedikten sonra.”
“GÖZYAŞIYLA abdest aldığımdan namazım da ateşli olur… Bir ezan sesi geldi mi mescidimin kapısını yakar yandırır.”
“KUŞ, kafeste kaldığı müddetçe bir başkasının emri altındadır.
Kafes kırılıp da kuş uçunca, ona verilecek emirler nerededir?
Akıl başta iken, nefis suçlar işler. Fakat aklın da aklı gelince, nefsin suçları nerede kalır?”
“ÖLÜRSEM ben, öldü demeyin. Çünkü ölüydüm, dirildim; dost aldı, götürdü beni.
HİÇBİR ölü, öldüğü için hasret çekmez. Ancak tâatinin azlığına yanar. Yoksa ölen kimse; kuyudan ovaya çıkmış, zevk u safâ meclisine ulaşmıştır. Orası doğruluk yeridir, orada yalan yoktur. Ayranla sarhoş olan, has şarabı ne bilsin?
Orası öyle bir doğruluk yurdudur ki, Hakk onlarla berâberdir. Su ve çamurdan -bedenden- kurtulmuş, nûr ile dostturlar. Bu hayat için iki nefesin kaldı. Bâri gayret et de, ercesine öl!
BEDENLERDEKİ dertler, çeşitli hastalıklar düşmanların cefâsı, dostların vefâsızlığı, ölüm kapılarının gıcırtılarıdır. Fakat mal mülk peşinde koşan, dünyâ hırsına düşen kişinin kulağı, hırsı yüzünden, ölüm kapılarının o acı gıcırtılarını duymamaktadır.”
Hz.Mevlânâ