Ben, günlerden bir gün, yukarıdan şimşek hızıyla inip, bu direğe çarptım.
Demirden yapılmış olan elektrik direği, tam da iki bacağımın arasında kaldı. Ben ise, acılar içinde…
Emînim ki, kendi kızağımla kayıyor olsaydım bu kazâ meydana gelmezdi. Emânet kızağa binmiştim ve o kritik virajı alırken kontrol benden çıkmıştı.
Dayanılmaz acılar içinde;sünnet çocukları gibi fakat bacaklarımın arasını iki avucumla tutarak bizim eve gelebildim.Komşu hanımların hemen hepsi bizdeydi.Annem delicesine fırladı.Onun peşinden kadınlar da…
Benim başıma üşüştüler.
Ben, acıyla kıvranıyorum ama, bütün ısrarlarına rağmen pantolonumu açamıyor, utanıyorum. Bunca kadın arasında benden başka erkek yok.
Evet, onüç ondört yaşlarındayım, ama evdeki tek erkek benim.
Fakat, yaşadığım acının geçmesi için o bölgeyi göstermem gerektiğini de biliyorum. Hem utanıyor, hem de bunu düşünüyorum.
Nihâyet, beni yaka paça odanın ortasına yıktılar ve pantolonumu sıyırıp aldılar. Bunu yaparlarken, hanımlardan biri tatlı bir kızgınlıkla:
–“Hadi ordan köpek eniği..sen bizim elimize doğdun;bilmediğimiz neren var ki bizden saklıyorsun?Başımıza erkek mi kesildin len?” diyordu.
Bana ıztırap veren bölgeme baktığımda treylerle çarpışan bir bisikletin hâline benzettim manzarayı. Durum kötünün kötüsüydü.
Kuru soğanı aceleyle dövdüler, bol tuzla karıştırıp anamın namaz örtüsüyle altımı bir güzel bağladılar.
“Mosmor olmak” deyiminin bu boyutunu, işte o gün anladım. Çarptığım direk, mahallemizi aydınlatmıştı ama, benim “bir yerlerimi” tamâmen karartmıştı.
Bu kazânın hayâtımı karartmadığına uzun müddet şükrettik.