Pazartesi, Eylül 16, 2024

Komşu Hakkı

Anlattıklarına göre iri yarı bir bebek olarak doğmuşum ve babam beni “Gürbüz Çocuk Yarışması”na sokmak istemiş. Fakat bu isteği için başvurduğu “Şekerci Dede” karşı çıkmış ve izin vermemiş.

“Nazara gelir” endîşesiyle kendisine karşı çıkan Ârif Dede’nin bu karârı, babam için hiç yadırganmamış olmalı ki; yıllar yılı onu minnetle ve rahmetle anmıştır.

Arada âile bağı olmadığı hâlde, babam, Şekerci Dede’den niye izin istiyordu ve Dede de “hayır” deyip îtiraz edecek yetkiyi nereden alıyordu?

Bu sualin cevâbı, Türk Milleti’ni muhteşem kılan sırlardan biridir.

Başka bir örnek verelim.

Mahallede bir çocuk, ağır hasta hattâ doktorlar kendisinden ümîdi kesmişler ve ölümü bekleniyor. Bu çocuğun başında anası, babası, halası, ninesi devamlı nöbet tutuyor. Ancak, yalnız değiller. Başta Ârif Dede ve hanımı olmak üzere pek çok komşu da sıraya giriyor ve aylarca bu nöbeti tutuyorlar.

Ölümü beklenen o çocuk, benden başkası değil.

İnsanların “zannı” ile Allah’ın takdiri farklı… Nitekim, ben de nice sonra dirilip doğrulmuş ve hayâta dönmüşüm.

İşte, mahalledeki büyüklerin, kan bağı olmadığı hâlde bir şeye “evet”,ya da “hayır” deme yetkileri buralardan geliyor. Şekerci Dede’nin yâhut Hacı Baba’nın taşıdıkları mes’ûliyetin büyüklüğü kadar da yetkileri olacağı, inkâr edilebilir mi?

Onların şahsiyetleri, karakter yapıları, kısacası yaşayış tarzları dâimâ saygı ve sevgi uyandırıyordu. Üstte sözü edilen yetkiyi onlar istemiyordu, çevredeki insanlar veriyordu. Çünkü onlar, toplumun temel direği idiler, mahallenin mânevî mîmarıydılar. Onların fikirlerine, varlıklarına büyük ihtiyaç vardı. Bir işe, evet veyâ hayır demeleri başlı başına nîmet sayılıyordu.

Sonra zamanla birer ikişer gittiler… Ve biz, onlarda mevcûd olan o nîmetlerin ardından baka kaldık;”Keşke…” dedik,”meğer…” dedik fakat artık bunların hiçbir faydası olamazdı.”Gidenler”,elde ettikleri insanî değerleri öte tarafa götürmek niyetinde değillerdi ama müşteri bulamayınca, o değerleri yere düşürmemek için, alıp da gittiler.

Dünkü komşuluk,”Neredeyse mîrastan pay isteyecek” derecede Muhammedî idi. Bugünkü akrabâlık ise –komşuluktan söz etmiyorum- “akrebin akrebe yapmayacağı” çapta zehir saçıyor.

Sözünü ettiğim devir –şundan en fazla elli altmış yıl öncesi- öyle bir devirdi ki dükkânların kapısı ancak geceleyin kilitlenirdi. Gündüz, normal zamanda kapısı da kepenkleri de ardına kadar açık olan işyerlerinin kapı önlerinde en fazla belki bir iskemle durduğu olurdu. Böyle durumlarda hiç kimse o dükkâna adımını atmazdı. Belki namaza ve belki de şehrin öte ucuna gitmiş olan dükkân sâhibi, bir basit iskemleyle işâretini vermiş… Tedbirse, tedbîrini böylece almış sayardı.

Zaman geçtikçe modernleştiğimizi zannettik,”medenîleşmeyi” Kaf Dağı’nın ardına attık. Ne olsa,”medenî” olmanın gerçek mânâsı “Medîneli” olabilmekti ve İslâmî kaynaklı, Türk Töresi gereği olan her şeyi elimizin tersiyle itmek âdîliği, bu noktada da kendisini gösterdi ve dükkân kapılarının önündeki iskemleler de azaldıkça azalıp, nihâyet çelik kapılar yaptırmak ihtiyâcını duyduk. Demirden ve pahalı kepenkler peydahlandı; elektronik güvenlik tedbirleri îcâd olundu. Ulu Câmi civârı gibi bâzı semtlerde biraz daha yaşayan o sandalyeli kapılar, tamâmen kaybolup gitti.

Rıza Tekin UĞUREL
Rıza Tekin UĞURELhttps://www.dertlidolap.com
..1987 yılında kurulan Kütahya Aydınlar Ocağı Derne­ği başkanlığını uzun yıllar yürüten Uğurel, hâlen (KÜMAKSAD) Kütahya Mevlânâ Araştırma Kültür San'at Derneği'nin de başkanı olarak mûsikî, kültür ve san'at faaliyetlerini sürdürmektedir.
Benzer Yazılar
- Advertisment -

Popüler Yazılar

error: Muhtevâ korumalıdır!