Samiha Ayverdi’nin EDEBÎ ŞAHSİYETİ
Mustafa ÖZÇELİK
Tarihin, onun için çok önemli bir mesele olarak ele alınması ise, problemlerimizin kaynağının geçmişte olmasıyla ilgilidir. Zira, bizi biz yapan değerler orada gizlidir ve Türk toplumu yaşadığı son olaylarla bir medeniyet ve kültür krizine girmiştir.
Bu krizin çözümünü, pek çok aydın, tümüyle kendimizi red ve batıyı kabul şeklinde ele alırken o, kurtuluşumuzun reçetelerini tarihimizden çıkarmaya çalışır. Bunu yaparken de özellikle son yüzyılın sağlıklı bir değerlendirilmesini yapar.
Tarihi yazmak bir manada İstanbul’u yazmaktır. Geçmiş, bütün değerleri ve güzellikleriyle İstanbul’dadır. Ve bu şehri bu millete Fatih armağan etmiştir.
Fethin 500. Yıldönümünde onu Fatih üzerindeki çalışmasıyla görürüz. “Edebi Ve Manevi Dünyası İçinde Fatih” kitabı yayımlanır.
Tarih, sonradan yazacağı diğer eserlerinde de önemini korumaya devam edecektir.
Sâmiha Ayverdi, böylece roman dışında da eserler vermeye başlar ve çok değişik türlerde eserler verir.
Romanın dışında hikaye, hatırat, makale, mektup, mensur şiir gibi türlerde de yazar. Fakat türü ne olursa olsun eserlerinin ana dinamiği değişmez. Temel eksen aynıdır. Bu tür çeşitliliği insanlara değişik biçimlerde seslenme kaygısıyla açıklamak en doğrusudur.
Mesela hikayeleri ele alındığında bunlarda da romanlarından farklı bir durum söz konusu değildir. Sadece bu türün imkanlarıyla konular, başka bir boyut içerisinde verilmiş olur.
Öte yandan roman, asıl türü olduğu için hikaye dalında fazla eser vermemiş , bir eserle yetinmiştir.
Bu hikayelerde Türk cemiyetinin ve insanının ruh, gönül ve mana zenginliği işlenmiş, madde karşısında mana öne çıkarılmıştır. Tasavvuf yine ön plandadır. Zengin bir iç dünya, tasavvufla münasebet, Allah, insan ve tabiat gerçeklerini aşk boyutunda idrak, ona şairce hassasiyetler de kazandırmıştır.
Böyle olması da tabiidir. Bu temayül, onu şiirin sularına getirmiş fakat o şiir yazmaktansa mensur şiir dediğimiz türü tercih ederek, nesirden tamamıyla kopmamıştır.
Bu mensur-şiirler, daha yoğun bir lirizmle Allah, insan ve kainat gerçekliklerini dile getirmektedirler.
Yine, bu eserlerinde anlam yoğunluğu, şiirin imkanlarının kullanılması yüzünden daha fazladır.
Sembolik anlatım da söz konusu olduğu için şerh gerektiren eserlerdir.
Sâmiha Ayverdi, bir fikir insanı olması sebebiyle fikri ağırlıklı konu alan makale ve denemeler de yazmıştır. Bu tür eserleri, onun tarih, kültür ve sanat meselelerindeki tutumunu ortaya koyan eserlerdir.
Bu eserlerde çok değişik meseleler ele alınmış olmakla birlikte dil, eğitim, kültür, din, sanat vb, konular ağırlıklı plandadır. Yine bu eserlerde yer alan konulardan birisi de İstanbul’dur.
O’nda İstanbul, bir sembol olarak bizim hayatımızı ve değerlerimizi temsil etmektedir. Çünkü İstanbul, Türk-İslam medeniyetinin ulaşabildiği son merhalenin çeşitli görüntüleri ile yüklü bir kültür ve medeniyet şehridir.
Yazarda bunları bugüne taşımak ve bugünkü hayata katmak kaygısı ön plandadır. Hatıraları da yine bu çerçevede ele alınabilir.
Konak hayatı, İstanbul’a ait sahneler, o devirlere ait şahıs tasvirleriyle mazinin muhteşem tabloları önümüze getirilir.
Yine bu hatıralar, yazarın çocukluk hayatı, yetiştiği çevre hakkında da bilgiler vererek onun, nasıl bir ilim kültür zemininde yetiştiğini göstermesi açısından önem taşırlar. Bir yazarın eserlerini yaşadıklarından ayrı düşünmenin imkansız olduğu hatırlanırsa, bunların önemi daha iyi anlaşılır.
O, bu tutumuyla sadece şahsi olarak yaşadıklarını değil, gördüklerini de anlatarak geçmişe ait tabloları yazı diliyle kalıcı yapmayı başarmıştır. Dolayısıyla bu eserler, siyasi ve medeni tarih açısından önem arz ederler.
Biyografi ve otobiyografilerin, Sâmiha Ayverdi için hususi bir önem taşıdığını söylemek gerekir.
Bu tür eserlerinde hem kendisi hem de millet için önem taşıyan Yunus, Mevlânâ, Mehmet Âkif Ersoy, Dede Efendi gibi şahsiyetler ele alınır. Onların dün ne yaptıkları, bugüne nasıl katkı sağlayacakları yorumlanır.
Gezi yazıları da onun dünyaya bakışının, gezip gördüğü yerleri yorumlayışının belgeleridir. Bu tür eserlerinde özellikle Balkanlar’daki Türk meselesi üzerinde durulur. Doğu ve Batı medeniyetlerinin mukayesesi yapılır.
Bu yazılar, özellikle Balkanlar’daki Türk mimari eserlerinin varlığını ortaya koyması açısından da hayli faydalı olmuştur.
Mektupları ise onun hususi dünyasının çizgilerini ele verir. Belki de onun bir anne, hassasiyet sahibi bir mümin, sorumluk taşıyan bir münevver olarak portresini en iyi yansıtan eserleri mektuplarıdır.
Çünkü, mektup daha hususi ve daha samimiyet gerektiren bir türdür. O, yakın ve uzak çevresindeki yüzlerce insana mektuplarla ulaşarak kendi portresinin çizgilerini ele verirken fikir, görüş, nasihat ve tavsiyelerini anlatmaktadır.
Bilhassa tasavvuf disiplinindeki mektup geleneği hatırlandığında onun bu türe verdiği önemin de sebebi daha iyi anlaşılmış olur.
Sâmiha Ayverdi’nin edebi çalışmaları kitaplarla kalmaz. Devrin önemli dergilerinde ve gazetelerinde çeşitli mevzularda yazılar yazar. Büyük Doğu, Türk Yurdu, Türk Kadını, Havadis, Hür Adam, Tercüman, Kubbealtı Akademi, Türk Edebiyatı dergilerinde görülür.
Bu tutumda onu aktüel olana uzak kalmayışının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Sâmiha Ayverdi’nin eserleri, konusu, temaları itibariyle mühim ve hususi olduğu kadar dil ve üsluplarıyla da müstesna bir yerde dururlar.
O, Türkçe’nin medeniyet ve kültür değişmeleriyle beraber sıkça değiştiği devirde yazmıştır.
Yaklaşık elli yıllık yazı hayatında Türkçe ciddi meselelerle yüz yüze gelmiştir. Tasfiyecilik, Türkçe’yi oldukça fakirleştirmiştir. O, bu yanlış yoldan uzakta sağlam bir dil şuuru ve zevkiyle eser vermiştir.
Bu yüzden onu dili itibariyle de müstesna bir yerde görmekteyiz. Üslubuna gelince; bir yazar için üslup sahibi olmak çok önemlidir. Bu dile bir manada şahsi tasarruf demektir. Ayverdi, bunu başarmış bir yazardır.
Dile şahsi tasarruflar da bulunmuştur. Bu yüzden bir “ Sâmiha Ayverdi Türkçesi ”nden söz etmek mümkündür. Temel kaygısı mesaj olması itibariyle üslubunu da bu özellik belirlemiş, bilinen edebi türler bu özgün üslup çerçevesinde yeni bir ifade imkanına kavuşmuştur.
Bu özellikler çerçevesinde Türkçe, onun dilinde zengin bir anlatım imkanına kavuşmuştur.
Cümle yapıları Türkçe’nin geleneksel özelliğine uygunluk arz eder. Seçilen kelimeler musiki açısından da ele alınmıştır. Yine kullanılan kelime sayısı bakımından çok zengindir.
Medeniyet ve hayatımızı anlatan her kelime ve kavram onda yer alır. Cümleler mana bakımından anlaşılır cümlelerdir. Sadelik önemli bir özelliktir.
Ama bu, bir basitlik değil, bir sehl-i mümteni olayıdır. Öte yandan manayı boğmadan sanatlı bir söyleyiş de görülür. Bu da dilin bu manadaki imkanlarını kullanmak olarak değerlendirilmelidir. Cümleler, metni monotonluktan kurtaracak bir çeşitlilik gösterir.
Yine bütün eserleri, çok akıcıdır. Bu da yazarın muharrik gücünün iman, aşk ve vecd olmasıyla ilgili bir durumdur.
Bütün bunların toplamından ortaya şu çıkar: Sağlam bir Türkçe şuuru ile yazılan bu eserler, hem fikri yapılarıyla zihninizi besler, hem sanatlı söyleyişleriyle estetik ihtiyacınıza cevap verir. Hem de bizi ana dilimizin zenginlik ve güzellikleriyle karşılaştırır.
Mustafa Özçelik