Nihad Sâmi daha lise sıralarında iken hece ve aruzla şiirler, küçük hikâyeler yazmaya başlamış, daha sonra kurucuları arasında yer aldığı Gençler Mahfili’nde sahnelenen birçok tiyatro eseri yazmıştır. Bunlardan Kar ve Sevda (1925) manzum, Sular Kararırken (1925) Dumanlı Dağlar (üç perde bir tablo) Bir Ma’bed Yıkıldı (2 perde) Mesud Ölüm (bir perde) Yabancı (iki perde) Son Vazife (bir perde bir tablo), Istırab Yarışı (bir perde bir tablo) ayrıca küçük skeçler ve komediler de yazmıştır.
Yazdığı bu piyeslerde de bizzat rol almıştır. Daha sonra 1933’ te Cumhuriyetin onuncu yıl dönemi dolayısıyla açılan müsabakaya iki manzum piyesi ile katılmış yarışmayı kazanan bu iki eser Milli Eğitim Bakanlığınca bastırılmıştır. Kız Mektepleri için yazdığı Bir Yuvanın Şarkısı ve erkek mektepleri için Kızıl Çağlayan birçok okulda temsil edilmiş ve bu son eser Murad Film tarafından filme alınmıştır.
En son olarak da askerlik vazifesini yaparken yazdığı Nakliye Taburu, askeri gazinolarda ve okullarda temsil edilmiştir. Nihad Sâmi bu eserlerde umumiyetle millî duyguları, vatan sevgisini, aşk fedakârlık, fazilet temlerini işlemiştir. Edirne’de ilk hocalığı yıllarında bazı şiirlerini ve hikâyelerini Edirne Öğretmen Okulu ve lisesinde çıkardığı okul mecmualarında yayımlamış, gençlik yıllarında yazdığı hikâyelerini ise daha sonra da neşretmiştir.
Ancak Bir Güzelliğin Hikâyesi isimli küçük romanını Hürriyet gazetesinde tefrika halinde yayımlanmıştır. Bu küçük roman uslûb ve edâ bakımından biraz Reşad Nuri’nin romanlarında görülen içli bir romantizm ile yazılmış olmakla beraber, ana hatları ve işlenişi itibariyle tamâmen şahsîdir.
Müellif esere, sırası geldikçe, Türk târihinden, edebiyatından, tefekkür hayâtından çizgiler katmış, Yahya Kemâl’in “Bir Tepeden” şiirinde olduğu gibi Türk milliyetini ve vatanını, târihiyle, coğrafyasıyla, bütün ruh ve yurt güzellikleriyle, örf ve âdetleriyle, romanının kahramanı olan bir genç kızın şahsiyetinde toplamış, eserini içli ve ancak gönüllerde yaşayan vefâlı bir aşkın çerçevesinde plânlamıştır. Tefrika edildikten sonra romana eklenen son kısımda ise tasavvuf kültürü tesiri görülür. Eser Mevlânâ’nın bir fıkrası ile bitirilmiştir.
Nihad Sâmi ileriki yıllarda kendisini yalnız ilmî çalışmalara vermiş ve sâdece fikir yazıları, Tenkîd, tetkîk ve sohbetler yazmıştır.
Banarlı, Edirne’de bulunduğu yıllarda halk edebiyatını merak etmiş, buralarda topladığı Halk Edebiyatı örneklerini ve bu yoldaki çalışmalarını Edirne halk evi mecmuası olan Altıok isimli dergide yayınlamağa başlamış, daha sonra bu çalışmalarını ve bazı içtimâi mevzulardaki makalelerini İstanbul’da Atsız, Ötügen, Orhun mecmualarına göndermiştir.
İstanbul’a geldikten sonra devamlı olarak Yedigün mecmuasında makaleler ve şiirler yayınlayan Banarlı bir süre de zamanın genç sanatkârlarına yol göstermek gâyesiyle bu mecmuanın cevaplar köşesini idare etti. Bu arada Ankara’da çıkan Ülkü mecmuasına da şiirler ve makaleler gönderiyordu.
1948’den itibâren Hürriyet gazetesinin Edebî Sohbetler sütununda devamlı olarak makaleler yazdı. Ayrıca Akşam, Yeni Sabah gazetelerinde de bilhassa dil hakkında – ba’zen Emin Bayrakdaroğlu imzâsıyla- yazılar yazıyordu. Bu sırada ayrıca “Hayat ve Târih” mecmuasında İslâm Enstitüsü Mecmuası’nda ilmî tarihî makaleleri yer alıyordu. En son olarak vefâtına kadar Meydan Dergisi’nde Kelimeler başlığı altında ilmî edebî, içtimâî makaleler ve bilhassa dil mevzuunda mücâdele yazıları yazdı. Hayâtının sonuna doğru en uzun makalelerini müdürü olduğu “Kubbealtı Akademisi Mecmuası”nda yayınladı.