Karşımda sıra sıra oturan genç hanımlar!
İyi ki sizden yirmi sene evvel doğmuşum. Zîra birçok târihî hâdiseleri yalan yanlış kitaplardan okumaya mecbur olacaktım. Meselâ Mahmud Şevket Paşa hâdisesi ve 31 Mart Vak’ası gibi. Gelecek zamanlara ters intikâl ettirilmiş hâdiselere inanmak mecburiyetinde kalacaktım.
En selâhiyetli kalemler bile Mahmud Şevket Paşa’nın arabasının önüne çıkan cenazenin sahte olduğunu yazar. Halbuki bu, sekiz aydır hasta yatan, dayımın dadısı Revnakfer Kalfa’nın tabutu idi.
31 Mart’a gelince, bu âdetâ, Sultan Abdülhamid’in, Meşrûtiyet’e rağmen hâlâ tahtta kalmasının kanlı bir protestosundan ibâretti. Hâdise genç ve gaafil İttihatçı subaylar tarafından hazırlanmış bir vak’adan ibâretti.
*
Asıl söylemek istediğime gelince, siz gençler, şu an bir pâdişâhın kılıç kuşanma merasimine gidişini seyrettiniz mi? Tabiî ki hayır. Ben ettim.
Kılıç kuşanma merasiminin güzergâhı: Sultanahmet’te başlayıp, Beyazıt, Şehzâdebaşı, Fâtih’den de geçtikten sonra nihâyet Eyüp Sultan’da tamamlanırdı.
Henüz Direklerarası, cehâlet kazması ile alaşağı edilmemişti. Cadde üstündeki dükkânlar arasında, Hüdâî – Sezâî Birâderler isimli iki genç kardeşin kırtâsiyeci dükkânı vardı.
Evimiz Şehzâdebaşı caddesine çok yakın olduğundan, âilenin kırtâsiye ihtiyâcını bu temiz gençlerin mağazasından tedârik ederdik. Bir de bize akrabâ olan onların bir arkadaşı vardı ki, o iki kardeşin efendiliğini söyleye söyleye bitiremezdi.
Kılıç alayı işi ortaya çıkınca, bu akrabâ onlarla konuşmuş olmalı ki, merâsimi seyretmek üzere bizi de dükkânlarına dâvet etmişler.
Evden kaç kişi gittiğimizi hatırlamıyorum.
Dükkânın caddeye bakan kısmında bir yarım kat mevcuttu. Bu, Direklerarası dükkânlarının hepsinde vardı. Fazla kitap defterler oraya konurdu.
Fakat bu dufa o asma kat, çıkıp caddeyi oradan görebilmemiz için minderlerle, yastıklarla döşenmişti. Lâkin oraya iğreti bir merdivenle çıkmak lâzımdı. Ben zayıf ve küçük bir çocuk olduğum için kolaylıkla çıktım. Benim gibi daha birkaç çıkan da oldu.
O zamâna kadar hiç telâşlanmayan dükkân sâhiplerinin annesi, tam oğlu çıkacağı zaman “Hüdâî oğlum düşeceksin,” diye âdetâ feryâd etti ise de Hüdâî düşmedi. Arkadan Sezâî merdivene adım atınca aynı feryat tekrar yükseldi: “Sezâî oğlum düşeceksin.” Sezâî de düşmeden çıktı.
Fakat aradan geçen birkaç sene içinde Müslüman Türklüğün canına kasteden Balkan ve Birinci Cihan Harpleri sırasında, Hüdâî de Sezâî de şehit düştüler.
*
Sırmalı üniforma giymiş Pâdişâh’ı, açık arabada çok iyi gördüm. Beyaz sakal, beyaz saç, bu nurlu ve güzel yüzü âdetâ hâlelemişti.
Beşinci Sultan Mehmed Reşad adı ile Osmanlı tahtına oturan bu mübârek adam için kısa zamanda tatsız söylentiler aldı yürüdü. Sanki idraksiz ve her şeye tebessümle “Memnun oldum. Mahzuz oldum,” diyen bir zavallı imiş.
Amma bu güler yüzlü adamın ağladığını da İttihatçıların kodamanlarından olan o devrin Polis Müdürü Ahmet Bey’in(1) ağzından şöyle dinledim:
“Cuma selâmlığının Fâtih Câmii’nde yapıldığı bir hafta, Pâdişah merdivenleri inerken Enver Paşa yanına yaklaşarak “Efendim Hicaz’da Emîr Hüseyin Devlet-i Aliyye’ye isyan ederek istiklâlini îlân etti”, demesi üzerine, gözlerinden dört sıra yaş boşalan Pâdişah, “Bu işe sizin idâresizliğiniz sebep oldu. Haydi şimdi de temizleyin bakalım”, diye arabasına yürümüş.
*
İstanbul’u ziyâret eden İran Şâhı ile Pâdişah arasında tercümanlığı üstüne almak isteyen Enver Paşa’ya Pâdişâhın: “İki Müslüman devlet reisi tercüman aracılığı ile konuşmaz, ben derdimi Farsça anlatırım, o da zâten biraz Türkçe bilir,” diye kestirip attığını gene Ahmet Bey nakletmişti.
(*) Sâmiha AYVERDİ-Ne İdik Ne Olduk, Pâdişâhın Kılıç Kuşanma Merâsimi/s.37.
(1) Ahmet Erner, Büyükelçi Erdem Erner Bey’in babası.