Dostlarım! Merhum Hayri Bilecik, (Mefhumlardan Tefekküre) adlı eserinde, devamla şöyle diyor:
Arapçadan aldığımız İNSAN kelimesinin kökü, bir kabule göre, “alışmak, kaynaşmak, ülfet etmek”… yâni yakınlık mânâlarına gelen “ÜNS” kelimesidir.
Bizim düşünce hayatımızda İNSAN diye; Yaradan’ıyla biliş tutup, her an O’nunla ülfet hâlinde bulunan yüce varlığa denir.
Bu pâyeyi kazanmış kimse de, “memelilerdendir, iki el, iki ayağı vardır. O da sözlerle anlaşır, o da akıl ve düşünce yeteneği olan bir canlı.” dır.
Fakat bu benzerlik, birincilerle ikincilerin dıştaki benzerliğidir. Ve her ikisini de İNSAN kelimesiyle adlandırmak, tamamen yanlıştır. Birisine İNSAN denirken, ötekinin adı BEŞER’dir. Beşer, lügatlerde, “İnsan derisinin dış yüzü…” demek.
Aradaki fark; plastik şovdaki tiplerin, asıllarıyla arasındaki fark kadardır. Ölüyle diri farkı gibi… Ve Türk insanı: “Beşer, şaşar!” diyerek bunu çok güzel ifâde etmiştir.
Birinden gördüğümüz vefâsızlığın acısıyla, “ Seni insan zannetmiştim.” Demiyor muyuz?
Biz, meleklerin secde ettiği ilk insan, aynı zamanda ilk peygamber olan ve ÂDEM diye anılan yüce ceddimizin adını da Arapçadan almış ve onun maddî mânevî sulbünden gelen varlığa, Türk zevki ve Türk sesiyle ADAM demişiz. O’na benzeme yolundaki gayretimize ise ADAM OLMAK adını vermişiz.
Çocuklarımızı okutmuşuz, askere yollamış, evermişiz; hep adam olsunlar diye…
Hâsılı… en kısa söz, şu: ”İNSAN ADAM” gibi bir deyim, Türkçe’den başka hangi dilde vardır? “Ben sana, vezir olamazsın demedim,; adam olamazsın dedim oğlum!” kıssası, biz Türklerin, insanlıktan veya adamlıktan ne anladığımızı bütün beşeriyete ârifâne şekilde haykıran, bir İNSAN ADAM örneği değil midir? Mert, sözüne sâdık, güvenilir kimseler için de “ADAM GİBİ ADAMDIR.” Deriz ya…
Bakın, Hazret-i Mevlânâ, ne diyor:
“Senin, hayatta yaptığın en büyük hatâ; hakîkî insanı sâdece et, kemik ve deriden ibâret zannetmendir.” Bir başka Hak Eri de: “Senin gibi yer içer bir mahlûk olan Allah Dostları’nı, nereden bileceksin? Zor iştir…” diyor.
Biri, her yaptığını Allah ve Resûlullah aşkıyla, şuurla… bilerek yapıyor; öteki rastgele… Dostlarım! Bilmem ki, ne yapmalı da Müslüman-Türk insanına dün olduğu gibi, bugün de, yarın da İNSAN’lığın… gerçek insan olmanın yakıştığını anlatmalı?
Günde beş vakit, “İslâmiyet, tevhid dinidir.” Diye diye bölücülük yapanların… “İslâm, sevgi, merhamet ve şefkat dinidir.” Diye diye kin, öfke ve nefret dokuyanların…
Müslümanlık adı altında Arap Milliyetçiliği yapanların, Yüce Kur’an’ın İNSAN telakkisiyle ne ilgileri olabilir?
Dinimizin, ne birlik anlayışından haberleri var, ne mahlûkata hatta eşyaya gösterdiği saygı ve incelikten haberleri var.
Belli bir kılığa bürününce, mes’elenin hâlledileceğini sanıyor ve çevrelerine de -haşa- Allah ve peygamber adına emir yağdırıyorlar.
Kendilerinden ve kendileri gibi olanlardan başka hiç kimseye tahammül edemeyen… ellerinden gelse, beğenmediklerine hayat hakkı bile tanımayanlar; hangi dinden, hangi İslâm’dan söz ediyorlar acaba?
Bir gün, Peygamberimiz’in de bulunduğu mecliste, bir Arap bedevi girer ve:
-“Muhammed, sen misin?” diye sorar.
-“Evet! Benim…” cevabını alır almaz da yere çömelip, büyük abdestini yapmaya başlar.
Çevreden bu davranışa… bu çirkin davranışa engel olmak isteyenler çıkarsa da, Efendimiz, işâret ederek;
“Dokunmayın!” der.
Nihâyet, herkesin şaşkın ve belki de yaptığı terbiye dışı hareketten dolayı kızgın bakışları altında işini bitiren bedevî, çıkıp gider.
Yüce Peygamber, adamın pislediği yere bir avuç toprak atılmasını emreder, mes’ele de kapanır. Fakat, kısa bir müddet sonra, aynı adam gene çıkagelir ve der ki: “Sen, hakikaten Peygambersin! Çünkü, hiç kimse yoktur ki; şu benim yaptığıma tahammül edebilsin… Buna, ancak senin gibi bir Allah Resûlü sabır gösterir.
Ben, bundan emîn olabilmek gâyesiyle gelmiş ve çok utandığım hâlde, o hareketi yapmıştım, beni affet ve Reisi olduğum kabilem de Müslüman olmak için, dışarda bekliyorlar. Hepimiz, emrindeyiz!” Evet… Birkaç avuç toprağın örtabildiği bu ayıbın binde birine tahammül edebiliyor muyuz?
İzin verselerdi, o adam oracıkta parça parça edilirdi. Ama, bu yolu değil, sevgiyi ve müsâmahayı seçtiler. Peki, kim kazançlı çıktı?
İşte, hakîkî insan; beşer denilen insan karikatürüne, gene beşerin menfaati için tahammül gösterir. Onun zulmüne bile katlanır, sabırla bekler; sırf beşerin, kendine yaptığı zulmü bırakması için…
Zâlim olan, insan değildir; BEŞER’dir.
Şaşan, şaşıran beşerdir.