(İnsan, iki türlü varlığın sâhibidir; Maddî, mânevî.
Nasıl ki bu maddî varlık bir gün olup sönmeye, mahvolmaya mahkûmsa, onun vücuda getirdiği eserler de böyle, solmaya, bozulup yok olmaya mahkûmdur.
Zevâl bulacak şeyler için gururlanmak… aklı başında bir insana yakışır mı?)
Eğer insan mânevî varlığı ile bir eser, yâni mânâsını bir eser olarak ortaya çıkarabilirse, iftihâr edilecek şâheser, budur işte!
Fakat ne çâre ki bu dereceye yükselmiş kimsede de iftihar ve gurur gibi bayağı hisler kalmamıştır.
Gurur, beşer dertlerinin en yamanlarından biri… İnsanla Yaradan arasındaki hâil/engel, yerle gök değildir; belki kendini yüce görerek gururlanmaktır.)
(Gerçi mânâlar derinleştikçe bilicileri de azalır; fakat şu veya bu sebeple, her anlamadığı hakîkati inkâr eden veya araştırmayan, hattâ araştırıp da anlamayanlar için bu mânâlar gizli ise de, onu bilen -hiç değilse- onları ortaya koymuş olandan gizli değildir.)
(Mânâlar gizli değilmiş, onları bilmeyen bizmişiz.)