“El tutuşup gidelim Hak’dan yana ive ive
Aldamasın bizi bunda işbu ağ u kareler”
Eşrefzâde Rûmî
Neden, “el tutuşup” gidelim ve kiminle “el tutuşalım”?
Ahtapottan ibret alabiliriz.
Bilindiği gibi, insanlar da, hayvanlar da pek çok defâ çiftleşir. Hattâ insanoğlu, çoğu zaman, çiftleşme imkânını kötüye kullanır. Sırf bu sebepten dolayı belki günün birinde ahtapot ismi verilen bir başka canlı, insandan dâvâcı olacaktır.
Zîra Üç yüz civârında türü bulunan ahtapot, hayâtı boyunca yalnızca bir defâ çiftleşmek üzere yaratılmıştır.
Erkek ahtapotun,
dişisine dokunduğu anda yüzünün kızardığını ve heyecandan yüzünde kabarcıklar çıktığını, bu konudaki araştırmalardan öğreniyoruz.
Evet, ahtapotlar sâdece bir defâ çiftleşir ve sonra ölürlermiş.
Dişi ahtapot, bu bir defâcık birleşmenin ürünü olarak 150-200 bin yumurta bırakır. Beş ay boyunca, yaşadığı denizaltı mağarasının tavanına astığı bu yumurta salkımlarına gözü gibi bakıp; etraflarını sürekli temizleyen anne ahtapot, yavruları hayâta merhaba dediği anda da can verip, gider.
Ömür boyu kendisine bir defâ tanınan birleşme şansını tam değerlendiren ve vazîfesini eksiksiz yapan ahtapot, bâzı insanlardan dâvâcı olsa, yargıçlar “haksızsın!” diyebilir miydi?
Bizim, “tabiat” dediğimiz şey,
tesâdüfen veyâ kendi kendine ortaya çıkmış varlıklar değildir. “Ol!” emriyle zuhur bulan her şeye tabiat diyoruz ve bu “tabiîliğin” korunmasından bahsediyoruz.
“Doğa” dedikleri; her nasılsa (!) kendiliğinden doğuvermiş bir âlem değil.. üstte belirttiğimiz emre uygun olarak doğan âlemlerden bir âlemdir.
İşte, ahtapotun o “tabiî” hayâtı, bizim tabiat dediğimiz ilâhî emirler manzûmesinden bir minik kesittir.
Eşleşme, çoğalma imkânını “helâl” çerçevesinde kullanmış olsa bile, yavrularının geleceği için ahtapot kadar titiz ve vazîfeşinas olamayan her insanoğlu ise, evet tabiîliğe aykırı davranması açısından “tabiata aykırı” bir tutum içindedir.
Bir de bu çoğalma yetkisini kötüye yâni “harama” kullanan insanı düşünelim.. Ahtapot nerede, o insan (!) nerededir.