“Hikmeti, hakîm olan ârif birinden iste ki; onun feyzi ile sen de gerçeği gören biri olasın!”
Hz.Mevlânâ
12’nci yüzyılın büyük mesnevî şâiri Genceli Nizâmî, “Mahzen-i Esrar”/Sırlar Hazînesi/ isimli eserine, şöyle bir yakarışla başlar:
(-İlâhî!- Biz senin kapını çalanlardan, senin yolunda dünyâdan geçenleriz. Dergâhında kulağı küpeli birer köleyiz. Hiçbir gönül yapıcıya umut bağlamadık, senden başka okşayanımız yok.
…Biz zavallılara çâre bul, sen de kapından sürersen kime yüz çevirelim? Senin nişanını taşıyan tasmalı köpekler gibiyiz.)
Peşinden de Peygamber Efendimiz hakkındaki şu güzellemeyle söze devâm eder:
(Rahmet yurdunun nükte yeri Sen’sin.’Zahmet’ noktasına kalem çeken Sen’sin.
Doğru yol Sen’den gider. Sen her ne kadar yolda görünmüyorsun ama, dünyânın en büyüğü, cihânın ulusu Sen’sin.
…Akıl, şifâ aramaktadır; onun hekimi Sen’sin
…güneş daha ne kadar gölgede kalacak? Ay isen, bize ışığından bir huzme gönder, Gül isen, bize bağından bir koku getir.)
Bu duâya âmin deyip, yürümeye çalışalım. Zîra, o Gül’ün bağından bir koku gelmedikçe, hiç kimse o yöne yol bulamaz.
“Sünnet, yoldur. Topluluklar da Yoldaşa benzer. Yolsuz, yoldaşsız oldun mu, bu daracık yerde helâk oldun gitti.”
–Hz.Mevlânâ–
Yürümeye çalışalım ama, herhangi bir yolculuk için bile -küçük de olsa- hazırlık gerekirken, böyle bir yola hiç hazırlık yapmadan çıkmaya kalkışmak akıl kârı değil. Eğer böyle bir çılgınlığa kalkışırsak, yarı yolda kalır yâhut nereye gideceğimizi; hangi yöne ilerleyeceğimizi kestiremeyiz. En iyisi, yolu iyi bilen,”dünkü seçilmişler”den yardım isteyelim; onlara kulak verelim:
(Din ehlini, kin ehlinden ayırd et; Hak’la oturanı ara, onunla otur!
…Anlatılanı anlamaya, söyleneni dinlemeye liyâkatin yoksa söz söyleyenin söyleme kaabiliyti, seni görür, anlar, yatar, uyur.
Arayan,’aradığını bulsun’ diye, yerde ne biterse ihtiyaç sâhibi için biter!)(Hz.Mevlânâ)
*
(Gizli açık… Dünyâda ne kadar kuş varsa, bir araya toplandı. Hepsi de:
–“Şimdi, hiçbir ülke pâdişahsız değil. Nasıl olur da bizim ülkemiz pâdişahsız kalır? Artık bundan böyle pâdişahsız kalamayız biz. Birbirimize yardım edelim de, bâri kendimize bir pâdişah arayıp bulalım. Çünkü, ülke pâdişahsız oldu mu, askerin düzeni kalmaz.” Dedi.
Hepsi bir araya gelip, kendilerine bir pâdişah aramaya koyuldular.
Gönlü perişan Hüthüt de oradaydı, durdu durdu, duramaz oldu; sırtında bir tarîkat elbisesi vardı, başına hakîkat tâcını giymişti. Pek anlayışlıydı. İyiyi de anlardı, kötüyü de. Dedi ki:
–“Ey kuşlar! Allah huzûrunun çavuşu da benim, gaybın habercisi de ben; o huzurdan haberim var, yaratılış sırlarını bilirim!”
…Hiç şüphe yok, bir dağ var ki ona Kafdağı derler; o dağın ardında bizim pâdişâhımız var. Adı “Sîmurg”dur, kuşların pâdişâhı odur. O,bize yakındır da biz ondan uzağız!”)(Mantîk’el-Tayr/Ferîdeddin ATTAR, C.I,S.55)
*
Üstte anlatılan giriş konuşmasının peşinden,”aklı” temsil eden Hüthüt, diğer kuşlara son sözlerini söyler:”Şimdi, sizden kim yol eri ise, haydi… Yola girin, yola ayak basın!”
Sonra bütün kuşlar Hüthüt’e tâbî olur, bağlanır; yürümeye başlarlar, ona âşık olur ve kendilerine düşman kesilirler. Fakat yol pek uzundur, varacakları menzil ise uzak. Herkes gitgide yorulur, hastalanır. Başlarlar mâzeret ileri sürmeye…
Hüthütse, onların her mâzeretinin ne kadar boş ve mânâsız olduğunu bıkıp usanmadan anlatmaya çalışır.
*
(Pâdişah cana benzer, vezir de akla! Fesatçı akıl, rûhu kötülüklere götürür.
…Cüz’î aklı, kendine vezir yapma; akl-ı kül’lü vezir yap! Hevâ ve hevesini kendine vezir yapma da, pâk canın namazdan niyazdan geri kalmasın.
…Akıl, şehvetin zıddıdır; şehveti dokuyan akla akıl deme!)(Hz.Mevlânâ)