“Bir şeye karşı heves,
o şeyin aslına ermeye delil sayılır.“
Ahmed’er- Rifâî Hz.
Hazret-i Mevlânâ, Mesnevî’sinde şöyle söyler:
(Aşkı seç, aşkı ki; sen de seçilmiş bir insan olasın. Bil ki sana en sağlam fikri aşk verir.)
Mâdem bu yol ancak ve ancak “aşk” sâyesinde yürünecek; o halde aşkı ele geçirmenin bir yolu olmalı. Ama nasıl?
İstemekle mi, aramakla mı nasıl, nasıl?
İşte bu sualin cevâbını almak üzere, tekrar Ahmed’er-Rifâî Hazretleri’nin, üstte adı geçen eserine başvuruyoruz:
(Oğlum! İç âlemiyle, -insanın Hak’la olmasıyla- bu yolda her şeyden soyunup, Hak varlığına erene bütün perdeler açılır. Tek olan Allah için, birlik yolunu tutana gaflet perdeleri kaldırılır.
Bürhanlar, deliller, o kimseye görünmeye başlar; Hakk’ın irfan ve mârifet nûrunu görür. Bunu görünce, Hak sevgisini yudum yudum içmeye başlar, başı hoş olur. Hak’tan gayrı kimseyi görmez ve bilmez.
Çektiği yorgunluk, bu sevgi şarâbı ile gider. Sıkıntıları ortadan kalkar. Susması zikir, sözleri tesbih, konuşması tatlı, uykusu namaz olur.
Kulun bu yoldaki bineği Allah’ı anlamak yâni mârifettir.

…Sana bir bilgi vereceğim, bunu iyi belle, unutma! Bir misâl zikretmekle söyleyeceklerimi anlatacağım. Kalp, vücut için bir köşke benzer; mârifet, oranın sultânıdır. Akıl ise, oraya vâlidir. Bütün vücût ona uyar, ayrıca yardımcılık da ederler.
Dil, o âlemin tercümânıdır. İnsanda olan “sır” ise, Rahmân’ın hazînesidir. Bunların hepsi insandadır. Kul, bunların hepsini yerinde kullanmalıdır.
Şunu anlatmak gerektir ki; hepsinin doğru yola girebilmesi sırra bağlıdır. Sır -en gizli düşünce ve niyetlerimiz- doğru olursa, mârifet gerçekleşir. Akıl da istikametini bulur.
Akıl doğru kullanılınca kalp, iyi şeylere yönelir.
Kalp iyiliklere döndükçe “Nefs” de ona uyar; kötülüğe kaçamaz. İnsanın sır âlemi, Cemâl ve Celâl nûruyla aydınlanır; akıl, korku ve düşünce nûruyla parıldamaya başlar. Nefse gelince, o da riyâ ve kötülükleri terk ettiği için nûra kavuşmuştur artık.
…Sırlar âleminin sâhibi Gayyur’dur; bir kalpde kendinden gayrısının sevgisine ve yer almasına râzı olmaz.
Allâhu Teâlâ, peygambrlerine indirdiği bâzı kitaplarda şöyle buyurmuştur: (Kulumun benimle olması artınca, onun yaptığı bütün gayret ve bunlardan aldığı tadın kaynağı, benim sevgim hâlini alır. Bu hâlinde, benimle onun arasındaki perdeyi açarım.)
Bir gün Sırrî Sakatî’nin yanına biri gelip, şöyle sordu:
-“Kulu Allah’a en çok ne yakın eder?”
Sırrî, ağlamaya başladı:’’Bu suali sormak sana mı kaldı?“
Dedi ve devâm etti:
-“Allah, kalbine baktığı zaman, orada yalnız kendini görmeli! O’na yakınlık, ancak böylesi olunca gerçekleşir.“