Epiktetos’dan şöyle bir cümle okuduk:
“Eğer bir kimse, bir başkasının senin hakkında fenâ sözler söylediğini anlatırsa, anlaşılan, daha benim hakkımda söylenecek kötü şeylerden bu kimsenin mâlûmâtı yok. Şâyet olsaydı bu kadarla kalmazdı! de.
-“Biz de diyoruz ki, eğer biri senin hakkında fenâ şeyler söylerse, şâyet bu fenâlık bende olmasaydı söylemezdi. Bende daha neler, ne kötülükler var, de.
İşte iki bin bu kadar sene evvel söylenmiş olan o sözler ile bu gün bizim söylediklerimiz arasında hiçbir ayrılık yok. Çünkü onlar da Nûr-ı Muhammed’den ışık alarak hakîkati görüp söylemişlerdir. Güyâ ki o sözleri Mesnevî-i Şerîf okunuyormuş gibi dinliyoruz. Çünkü bilcümle hakîkat kelâmının kaynağı Nûr-ı Muhammed’dir. Zuhur ettiği yere îtibar yoktur. Kimden zuhur ederse etsin hakîkat hakîkattir.”
Âdem cennetten çıkarıldıktan sonra Cebrail’e şöyle der: Ey Cebrail! siz daha dün bana secdeler, tazimler ediyordunuz. Şimdi neden baş çektiniz? Neden beni cennetten kovuyorsunuz? Bu hal ne, o hal ne? Cebrail de der ki: O secde ve tazim, senden zuhur eden İlâhî tecellîye idi. Bu da senin kendi beşeriyetinin îcap ettirdiği şeydir.
Genç ve güzel bir kızın etrafında nice dolaşıp sevenler ve nice îlân-ı aşk edenler bulunur. Fakat aradan yirmi otuz sene geçip de o kız bir fertût-ı sad-sâle yâni kocakarı hâline gelince, bu âşıkların hepsi on dan kaçarlar. Kimse dönüp yüzüne bakmaz.
İşte o da, Adem’in Cebrail’e hitabı gibi onlara sorar: Bir zamanlar bana secde eder, etrafımda pervaneler gibi dönerdiniz. Şimdi ne oldu, neden benden kaçıyorsunuz? der. Bunlar da ona cevap verir: O vakit sana gösterdiğimiz muhabbet ve secde sende gördüğümüz İlâhî pertevin nuruna ve aksine idi. Bu da senin senliğine, beşeriyetine, derler.
İşte, insan hem pek büyüktür hem pek küçüktür. Onda hem her şey vardır, hem hiçbir şey yoktur… Her şey vardır, Allah’ın ihsâniyle… o zaman bütün âlem ona baş eğip hizmet eder ve tâbi olur.