Hakk’ın kuvvet ve kudretinden konuşuluyordu:
-“Bir gün Enes (r.a.);
Yâ Resûlallah! Biz senin getirdiğin Kur’ân’a îman ettik, sana îman ettik. Sen de Allah’tan korkuyor musun? dedi.
Resûlullah Efendimiz; Evet ben de korkarım! buyurdular. Enes; Niçin yâ Resûlallah? diye sordu. Çünkü kalpler,Allah’ın iki kudret parmağı arasındadır.Onları istediği gibi evirir çevirir ve istediğini sırât-ı mıstakîme hidâyet eder de onun için…” buyurdular.
İşte bu sebeple Efendimiz dâimâ:
Yâ Rabbî, kalbimi sırât-ı mustakîmin üzere tesbit et(1) ! Ve yine: Ey kalpleri ve gözleri istediği cihete döndüren Allâh’ım, kalbimi sırât-ı mustakîm üzere karar kıldır, tesbit et(2) ! buyururlardı.”
(1) Allâhümme sebbit kalbî alâ dînek.
(2) Allâhümme yâ mukallibe’l-kulûbi ve’l-ebsâri sebbit kalbî alâ sırâtı’l-mustakîm.
… Dînimizde güçlük yoktur. Cenâbı Hak Habîb’ine: “Yâ Muhammed, Biz sana Kur’ân’ı meşakkat (güçlük) olsun diye göndermedik, Allah’tan korkanlara nasîhat olsun diye gönderdik (Tâhâ sûresi, 23. âyet)”, buyuruyor. Onun için İslâmiyet dâimâ kolaylık emreder…” SOH. 2000/s.534
… Dînin vazîfesinin insanları ahlâka sevketmek olduğunu ve ahlâklı kimselerin ise dîne muhtaç olmadıklarını söyleyen bir kimsenin fikirleri üzerinde konuşuluyordu:
(Ken’an Rifâî şöyle dedi:)
“Dînin zâhir (görünür) yüzünden başka, bir de insanoğlunu kemâle (olgunluğa) eriştirmek, sağlam ve yıkılmaz bir iç hayâtı kazandırmak için riyâzet, mücâhede, tasfiye (arınma), hâlini ıslâh potası içinde temizleme ve pişirme tarafı vardır. Ben ahlâk sâhibiyim, demekle cehil (bilgisizlik) ve gaflet cehennemlerinden kurtulmak ve hakîkî cennet olan ezelî yakınlığa erip aslî fıtratını (gerçek yaratılışını) bulmak kãbil (mümkün) değildir.
Resûlullah Efendimiz şöyle buyurur: “Allah, aklı kendisine kulluk husûsunda kullanmak için vermiş. Yoksa rubûbiyet (Rab) sırlarını idrak etmek için değil…
Onun için, aklın varsa, benim hiçbir şeye ihtiyâcım yok demeyip, kendini dünya kirlerinden arıtmaya ve rûhundan cehil ve gafleti silip, onu aslî temizliği (gerçek yaratılışındaki sâfiyeti) ile meydana çıkarmaya bak!… SOH.2000/s.474