Vakit ve zaman gelince ezelde ilâhî nurdan kendilerine isabet etmiş kimseler bu veya bu sebepten bir rahmânî şûleye eriştiler mi ne kadar kötü yolda bulunsalar veyâhut küfür ve isyan üzere olmuş olsalar, derhal bu küfrün kaftanını atıp Hakk’a ve hakîkate sırât-ı müstakîme dönerler.
Ken’an Rifâî- Sohbetler
…Bir kimsenin kendisini cezbedene (çekene) doğru gitmesi, onun için sırâtı müstakîmdir ve bu, güneşten çıkan ışığın yine güneşe avdeti gibidir. Meselâ, burada muhtelif renkte bir çok camlar olsa… siyah, turuncu, mavi, kımızı, yeşil… bunlara vuran ışık renkli akisler (yansımalar) vücûda getirir.
Halbuki haddizâtında güneşin ışığı öyle renkli midir? İşte onların türlü istîdat renkleriyle renklenmiş olan âyânı sâbitelerine, renksiz olan feyzi akdes (en kutsal tecellî) tecellî edince, bu türlü türlü renkler meydana gelir. Sonra güneş batınca, bütün o renkler ve akisler nereye gidiyor, yine güneşe avdet ediyor (geri dönüyor), güneş tarafına çekiliyor.
Bir misal daha alalım: Bir boya kutusu içinde muhtelif (değişik) renkler var. Bunların üstüne su serpilince, muhtelif renklerde sular akıyor. Halbuki su, renksizdir… işte o boyalar âyânı sâbite gibidir. Bir de şu var ki bütün renklerin birbirine karıştırılmasından renksizlik zuhur eder.
Ken’an Rifâî- Sohbetler
… Bütün mevcûdat, kâfir, mü’min, süflî, âlî (yüce), hiçbir zerre yoktur ki, Cenâbı Hak ona cüz’î veya küllî esmâsiyle (isimleriyle) tecellî etmesin. Her bir mahlûk, her bir zerre, her isim sâhibi kendi isminin aslını dâvet ediyor, celbediyor (çekiyor) ve kendisi de o ismin câzibesine tutuluyor ve bu onun için bir sırâtı müstakîm oluyor.
Mâdemki her mahlûk Rabb’ına, kendi terbiye edicisine âyânı sâbitesine müncezip oluyor (çekiliyor), o halde peygamberlerin, mürşitlerin dâvetine ne lüzum var? derseniz, o dâvetten maksat, Mudil (delâlete götüren) isminden Hâdî (doğruya götüren) ismine dâvettir, yâni şerden hayra çağırmaktır.
Bilcümle isimler, bilcümle merbuplar (kullar), ancak bütün isim ve sıfatları kendinde toplamış olan Allah isminde, bu bir tek merkezde toplanır. Her mahlûkun, her zerrenin Rabbı’ına müncezip (çekilmiş) olması, onun sırâtı müstakîmidir (Allah’ın rızası olan doğru yoludur).
Fakat en doğru sırat, en doğru yol ihdina’ssırâta’lmüstakîm (Fâtiha sûresi, 6. âyet: “Bizi doğru yola ulaştır!”) deki mazharı Muhammedî olan sırâtı müstakîm (Hz.Muhammed’in (s.a.v) yoludur), yâni tevhîddir.
Ken’an Rifâî- Sohbetler