Akşam kitap okunuyordu:
-“Huneyn gazâsında bir çok İslâm askeri toplanmış, iki müşrik kabileye hücum edeceklermiş. Müşriklerin berâberinde getirdikleri mallar ve kadınlar da hep orduda imiş.
Resûlullah Efendimiz, yakınlarından birisine, bütün bu eşyâ bizim olacaktır, buyurmuş. Lâkin o sırada islâm askerlerinden biri: Bizde bu kadar kuvvet varken harbi kazanacağımıza şüphe yoktur! Diye bir güvene kapılmış.
Tabiî ki bu sözden Resûlullah titremiştir.
Ne ise muhârebe başlamış ve İslâm askeri bozularak ric’at de başlamış. Bu hal karşısında Efendimiz: Allah’ın Resûlü yalan söylemez! Diye atını ileri sürmek isteyince, etraftan mâni olmuşlar.
O zaman İbn Abbas yüksek sesle: Ey Müslümanlar, Resûlullah’a biat eden, ahd edenler siz değil miydiniz? Diye bağırınca kaçanlar geri gelip yeniden harbe iştirak etmişler. Bu suretle de zafer kazanılmış.
Görüyorsunuz ki bir söz, bir nutuk neler yapıyor. Bir işi, olmadan evvel söylemekte iki mahzur vardır. Biri, vâsıtaya ve işin gidişine güvenerek Allâh’a şirk koşulmuş olması ve bundan da benlik çıkmasıdır.
Diğeri de: O mesele veya o iş hakkında etraftan haset edilmesidir ki bu suretle araya göz girer ve bu teşebbüs akîm kalır. Onun için bir mesele neticeleninceye kadar sükûnet içinde beklemek lâzımdır.”