Merhum Eflâtun Cem GÜNEY, Nasrettin Hoca’ya târihçi gözüyle bakarak şöyle anlatıyor:
(Hoca’nın târihî şahsiyetini araştıran yazarlar yaşadığı devir bakımından aşağı yukarı ikiye ayrılıyorlar.
Evliya Çelebi, Çaylak Tevfik, Velet Çelebi ve bazı yabancı yazarlar, Hoca’yı Osmanoğulları devrinde yaşamış kabul ediyor.
Sivrihisar Müftüsü Hasan Efendi, Şemsettin Sami, Bursalı Tahir, Prof.Fuat Köprülü, İsmail Hakkı Danişmend, İbrahim Hakkı Konyalı ve bunlara inanan bazı yabancı çevirmenler de, Nasrettin Hoca’nın Selçukoğulları devrinde yaşadığını ileri sürüyor.
Bu, daha doğru sanılan görüşü belirtmek için Fuat Köprülü üstadımız diyorlar ki:
“Hoca’ya halkın yakıştırdığı yahut verdiği sima ne kadar açık ise tarihî şahsiyeti de bilakis o kadar kapalı bulunuyor.
Timurlenk ile bazı görüşmeleri eski yazma Letâif nüshalarında yazıldığı için olacak ki, “Letâif-i Nasreddin” ismindeki eserin sahibi Çaylak Tevfik Bey ve ondan naklen Letâif’in yabancı çevirmenleri Hoca’yı Yıldırım Bayezid devri devlet kesiminden sayarlar.
Hattâ, halk arasında dolaşan meşhur bir söylenti,
Hoca’yı Nesimî ile arkadaş gösterir. “Şakâyık-ı Nûmâniye’de “Risâle-i Nuniye” sahibi meşhur Hızır Bey’in, Hoca’nın torunu olarak gösterilmesi de belki buna bir delil gibi kabul edilmiştir.
İşte, her ne sebebe dayanırsa dayansın, bugün ekseriyet Hoca’yı Yıldırım devri devlet kesiminden ve Timur ile aynı yüzyıldan olduğunu varsaymaktadır.
Bu fikir, çeşitli delillere dayandırılarak reddolunabilir:
bir defa eski yazma Letâif nüshalarında Hoca’nın Sultan Alâeddin ile bir takım lâtîfeleri olduğu anlatılmaktadır.
Bundan başka, Hoca ile Timur arasındaki “hamamda kıymet biçmek” hikâyesi, eski resmî yazılarda daha doğru olarak “İskendernâme”sahibi şair Ahmedî’ye dayandırılıyor.
Eğer Hoca’nın Timur çağdaşı olduğu, onunla arasında geçtiği söz edilen hikâyelere dayandırılıyorsa, hemen aynı derecede kuvvetle Sultan Alâeddin Selçukî ile çağdaşı olduğu da iddia olunabilir.
Bu ikinci düşüncenin daha doğru olduğuna diğer bir delil, Hoca’nın türbesidir.
Gerçekten, Akşehir’in doğu tarafında Hoca’ya nisbetle anılan büyük mezarlık ortasındaki türbe kitâbesinde, vefat tarihi olmak üzere 386 yazılıdır ki, ters okunmak şartıyle 683 demektir.
Meşrutiyet’ten sonra türbe tâmir edilirken,topraklar altından, yine 386 tarihini içine alan diğer eski kırık bir kitabe daha meydana çıkmış ve şimdiki kitabenin inanırlılığı bununla da sağlamlaşmıştır..
Bununla birlikte,
buna en büyük delil, hükümetçe bugün hâlâ inanılır ve yürürlükte olan bir vakıfnâme, yani Seyyid Mahmud Hayranî ve Hacı İbrahim Sultan vakıfnâmeleridir.
Bunlardan biri, 655’te ve öteki 665’de yazılmış ve Nasreddin Hoca her ikisinde de şâhit sıfatıyle hâkim huzurunda bulunmuştur.
Târihî kıymet taşıyan bu belgeler, kitâbe târihiyle pek iyi uzlaştırılabilir. Bundan otuzbeş (bugüne göre altmışsekiz) yıl kadar önce Sivrihisar Müftürü iken vefat eden Hasan Efendi’nin eski sicillerden aktararak yazdığı “Mecmua-i Maarif” adlı yarım eserde Hoca’nın hayâtına dâir verilen açıklama, bu yukarıki bilgiye uygun bulunuyor.