19 MAYIS
YÜCE MİLLETİMİZİN BÜYÜK ANLAMLAR TAŞIYAN BAYRAMINI TEBRİK EDERİZ. Bizi Kurtuluş Savaşı’mıza götüren bu büyük bayramın arefesini kısaca hatırlatan şu satırları da dikkatlere sunuyoruz:
(… 1914-18 mağlûbiyeti ile, Türkiye coğrafyası üstündeki Alman idealleri tahakkuk etmedi ve çöken Cermen hayallerinin enkazı altında İttihat ve Terakkî de tuz-buz olup ezildi. Ama bu megaloman idârecilerin Türk milletine oynayacakları bir oyun daha vardı. Şöyle ki: canından, malından, topraklarından, şeref ve gururundan ettikleri memleketi yüzüstü bırakarak kaçıvermek. Öyle de yaptılar.
Artık gözü doymaz Garplı devletler de, Küçük Asya Türklüğü’nü âlem haritasından silmek plânlarını, siyâset masaları üstünde karalamanın zevkini sürüyor, bir direniş ve kurtuluş savaşıyla keyiflerine keder gelebileceğini asla hatırlarına getirmiyorlardı…)
–Sâmiha AYVERDİ–
———————————–
16 MAYIS
(…siyâset meydanının tozkoparanlarında şahsî menfaat endîşesi, aynanın görücülük ve göstericilik vasfını/özelliğini ifnâ eden/yok eden bir toz gibidir. Onun için, hareket noktası millî ve kütlevî menfaat olmayan; hamiyet/vatan, millet ve yurdunun şerefini koruma gayreti/, diğerendişlik/başkalarının durumunu düşünmek/ ve îmandan mahrum olan idârecilerin icraâtı, bir memleketi vartadan vartaya/uçurumdan uçuruma/ sürükler.)
–Sâmiha AYVERDİ–
————————————————–
12 MAYIS
Büyüklerden bir zat anlatıyor: Bişr-i Hafî’nin yanındaydım; çok şiddetli bir soğuk vardı. Böyle bir havada onu üryan bir halde tir tir titrerken gördüm ve: “Bu ne hâl?” dedim. Dedi ki:
–“Bu havada fakir fukarayı hatırladım, bunca soğukta ne yaparlar diye düşündüm. Onlara yardım edecek imkânım olmadığından, bu bedenle onlara uyup acılarını paylaşıyorum da ondan.”
———————————–
9 MAYIS
(… Dinlersen, sana bir öğüt vereyim: “Diken ekersen gül biçemezsin.”
İdâresi altındaki halka zulm eden Acem Şahlarından haberin var mı? Ne o büyüklük kaldı ne şahlık kaldı…Ne o köylülere yapılan zulüm kaldı. Zâlimin yanlış işler yaptığını seyret; zulmeti, zulmü kaldı geriye, fakat kendisi def olup gitti, zulmü kaldı. O zulümle cihanda ebediyete kadar kalacağını sanıyordu, halbuki iş tersine çıktı; kendi gitti, zulmü kaldı.
Âdil insana ne mutlu! Mahşer günü Arş-ı âlâ’nın gölgesinde rahat edecektir. Hangi bir kavme Cenâb-ı Hak lütfedecek olursa; onlara akıllı, adâletli hükümdar verir, idâreci verir. Fakat hangi ülkeyi viran etmek isterse, saltanatı bir zâlimin eline bırakır.
İyi insanlar, zâlimden sakınırlar; çünkü zâlim, Cenâb-ı Hakk’ın bir gazabıdır.
Ey hükümdar, büyüklüğü Cenâb-ı Hak’dan bil; O’na şükret! Çünkü şükretmeyenin nîmeti elinden gider. Bu mülke bu mala şükredersen, sonu olmayan mala, gene sonsuz değerdeki mülke erişirsin. Fakat hükümdar veya idâreci iken halka zulmedersen, hükümdarlığın bittiğinde dilencilik edersin. Bir ülkede zayıf halk eziyet görüyorsa; o baştaki idâreci veya hükümdara uyku haramdır. Halkı, zerre kadar bile incitme! Çünkü halk sürü, başındaki yönetici ise çobandır. Eğer halk o kimseden zulüm ve kötülük görüyorsa o yönetici veya hükümdar çoban değil, kurttur. Feryât öyle yöneticiden!
Zâlim yönetici, halka kötülük düşündüğü için, fecî bir şekilde ölür. Çünkü yanlış düşünmüş, yanlış ve kötü davranmıştır.
Ahâliye yapılan kötülük ve zulüm geçer gider; fakat o fenâ hükümdarın fenâ adı ölmez.
Arkandan lânet edildiğini istemezsen, iyi ol! Tâ ki sana kimse “kötü” demesin!)
–Şeyh Sâdî-i Şirazî–
—————————————–
*
5 MAYIS
(… Dilini mânâsız ve boş lâkırdılardan muhâfaza edersen ağzından çıkacak olan sözler arşa yükselir; Allah’ın dergâhına ulaşır… O dergâh ki, kulların istekleri oraya arz edilir. O arş ki mahlûkatın bütün dileği oraya sunulur. Kulluğun yönü Kâbe olduğu gibi, arzu ve isteklerin yönü de Arş-ı Âlâ’dır.
Evet, güzel kelimeler O’na…Allah’a yükselir. Kur’ân-ı Mübîn bizlere böyle haber vermiştir: “Güzel kelimeler ancak O’na yükselir.”)- (Fâtır, 10)
–Hazret-i Rifâî–
2 MAYIS
(…İnsanoğlunu kendi kendisiyle muhasebeye çağıran, riyâ, yalan, hîle ve fesat misillü/benzeri/ küçültücü ve küçük düşürücü sıfatların…Hayır, hasenat, doğruluk, saffet/maddî ve mânevî mânâda saflık, temizlik/ ve ihlâs/ hâlis olmak/ ile yer değiştirilmesini sağlayan tekke; şüphesiz ki terbiyesine el koyduğu kimselerden ağır bir baç/ vergi/ ödemelerini istiyordu. Öyle ya… Bunca hayvânî vasıfları atıp, yerine insânî ve ilâhî sıfatlar getirmek, kolay ödenir bir borç değildi. Ama o çatının nizam ve inzibâtı altına girmeyi kabul edenin de bu safrayı atması çâresizdi.
… İnsanoğlunun kendi benliği ile temas hünerinin bir nevi laboratuvarı olan tekke, bu meçhul, bu tehlikeli, bu karanlık benliği, bu gayr-ı meş’ûru/ bu anlaşılamayan bilinmeyeni/ aşk ve îmâna dayanarak aydınlatıp arıtan, düze temize çıkaran bir mektepti.
…. Kendi benliğinin meçhulleri içindeki zaafları, çirkinlikleri, sakatlıkları, bozuklukları sezip yakalamak, yakalayıp imhâ etmek güç dâvâ… Belki de göklere çıkmaktan, yer altında gezmekten de güç…
İşte kendi hakikatiyle âşinâlık kurabilendir ki kendini kendi aynasında görür. Kendini kendi aynasında görendir ki kendini Hakk’ın aynasında görür. Kendini Hakk’ın aynasında gören ise kendini cümle âlemin aynasında görür. )
Sâmiha AYVERDİ