Annesi, çocuğa:
-Sakın ırmak boyundan ayrılma! Demişti.
Rengârenk birkaç kelebeğin tutsağı olan çocuk, Gözyaşı Irmağı’ndan böylesine uzaklaştığını ne bilsin?
Gitti, gitti ve kendisini kuru bir dere yatağında buldu.
Ne kelebekleri yakalayabilmişti, ne de ırmakta yunabilmişti.
-Eyvah, kayboldum! diye, ağlamaklı bir sesle anasına seslendi.
Ortalıkta yılan çoktu,köstebek çoktu,ama gözünde yaş yoktu.Kelebekler yüzünden,hem gözündeki yaştan,hem ırmaktan olmuştu.İçini çeke çeke,oracığa yatıp kıvrıldı..yorgunluktan
Uyumuştu.
Nice sonra bir hışırtıyla uyandı; öğle sıcağında bir yılan, neredeyse başucunda durmuştu.
Çocuk, hışımla fırlayıp kalktı. Korkmuştu.
-Korkma! Diye bir ses duydu.
Yılan mı dile gelmişti, yoksa anası mı sesleniyordu:
-Yılandan korktuğun kadar kendinden korksaydın başına bunlar gelmezdi. Bâri yılandan ibret al; onun gibi yüzünü yerlere sür ve ırmak suyundan abdest alamıyorsan bile, böylece teyemmüm et!
Çocuk, henüz teyemmümü bilmiyordu.
Ama, hiç düşünmeden secdeye kapanıp, yüzünü gözünü toprağa sürdü. Yılan, aynı hışırtılı yolculuğu ile gözden kayboldu. Çocuk, az sonra kendini Gözyaşı Irmağı’nın kıyısında; anasının bıraktığı yerde buldu.
Kurtulmuştu.