“Bir mihnete düşer, bir zahmete uğrarsan; bu, yüceliğine alâmettir, hor hâkir olmana değil!
Peygamberlerin çektiği belâyı, kimse Kerbelâ’da bulamaz, gösteremez.
Sana, sûretâ bir zahmet yüzü gösteren; hakîkatte, can gözün açıksa, bir defîne göstermiştir.
Her an, O’ndan hidâyet erişmededir. Bütün âlem, O’nun lûtfuyla O’nun ihsâniyle doludur.
İhsânını hatırlamıyorsan da, O’nun için azıcık bir zahmetine bile katlanamıyorsun.
Bu iş, nasıl olur da dostluk nişânesi sayılır? A içi kararmış! Sen, tepeden tırnağa kadar bir deriden ibâretsin!
“Sen de O’nun yolunda zahmetlere uğruyorsan, katlan; bil ki, o zahmet, rahmetin ta kendisidir.
O’nun işi pek aykırıdır, pek tersinedir; ne yapabilirsin ki? Böyle kurulmuş, böyle gider!
Pişkin erler, yola girdiler ama gönül kaniyle bulanmadıkça, bir lokma ekmek bile yiyemediler.
Tuz, ekmek yemeye oturdular mı, ciğerlerini de ortaya döktüler; onsuz bir parçacık ekmek bile koparmadılar.”
-Ferîdeddin Attar-