Artık ne bir tulûat kumpanyası mevcut, ne bir nefeste sekiz on hikâyenin belini büken meddahlar var. Türk temâşâ hayâtı, tulûâtı ile, meddahı ile, Karagöz’ü, ortaoyunu ile, artık geçmiş devirlere gömülmüş târihî bir hâtıradan ibâret.
Acabâ bunlar, Avrupâî tiyatro mahsûllerinin baskısı altında mı ezilip yok olmuş bulunuyor? Yoksa Batı sâhipsiz kalmış ve mekânını koruyacak askeri kalmamış bir sâhayı mı ele geçirdi? Elbet ki ikincisi daha kolaydır.
Batı, Türk temâşâ hayâtını silip süpürmüşse, kabâhati istîlâcılarda değil, o bölgeyi boş bırakanlarda aramak gerekir. Mizâhın temeli, daha doğrusu kaynağı lisandır.
Eğer bir milletin dili yara almışsa, mizah dünyâsının da can çekişir hâle gelmesi zarûrîdir.
Rahatça şunu söyleyebilirim ki, eğer bugün, o, kıvâmını bulmuş Türkçe’yle anasının sütü ile beslenmiş gibi beslenenler bunu kütleye aktarabilecek olsalardı, gene o eski kumpanyaların kapıları önündeki izdiham eskisi kadar çok olurdu.
Öyle ki ben de o kapıyı seve seve çalacakların arasında bulunacağımı rahatlıkla söyleyebilirim.
Türk esprisinin bir tabiî kapısı olan televizyonun, mizah ustaları olarak takdim ettiği o yavan, kof ve insana gülmekten ziyâde acımak, hattâ ağlamak hissi veren ve dahî öfke ile baş çevirten komedyenlerini görünce seyredenlerin:
“Susun… sizi seyredenlerin gülmediklerini bildiğiniz hâlde, neden kendinizi böyle hacîl ve iğrenç hâle getiriyorsunuz?” diyesi geliyor.
Sâmiha AYVERDİ