Yarım yamalak ve kulaktan dolma bilgi kırıntıları yahut “çöple” beslenip hayat süren kalabalık bir zümre var.
Üstelik bu zümre, en çok da bâzı siyâsîler tarafından el üstünde tutuluyor.
Bunlardan biri, meselâ Atatürk’e “sarhoş” diyor.
Sanki her şey bitmiş de iş bir tek sarhoşluğa kalmış ve sarhoşluk da sâdece kast ettikleri mânâda olurmuş gibi! Hâlbuki Allah, “Her sekr verici şeyi” haram kılmıştır.
Meselâ Allah’a kulluk ediyorum iddiasındaki Müslümanın, siyâsî partilere ve şahıslara “tapınmak” derecesindeki bağlılıkla “kula kulluk etmenin” verdiği keyf yâni “sarhoşluk” gibi.
Buna karşılık başka birileri, hemen Atatürk’ü savunmaya geçip, ne ilgisi varsa:
“Ülkemizde ilk birahâne de başka ‘hâneler’ de o çok beğendiğiniz Abdülhamit zamânında açılmıştır” diye, güyâ cevap veriyor. Dağarcıklarında târihten, hele hele yakın târihden birazcık bilgi olsa, böyle mi olur?
İki tarafın anlayışında, davranışında “bilgi”den bir kırıntı bulmak mümkün değil… Atıp tutmak, serbest! Ve attıkları çamurla kendi târihlerini kirlettiklerinin bile farkında değiller.
Bu iki Türk büyüğü sanki birbirinin alternatifi!
İkisine birden sâhip çıkmak gibi bir haysiyetli davranabilmek, bu derece zor mudur? Eğer hayatta “doğru ve sağlam bir ölçüye” sâhip olamamışsanız, elbette zor, hattâ imkânsız!
Farklı devirlere damgasını vurmuş iki büyük şahsiyet hakkında böyle tuhaf şeyleri yazıp, kendisini tatmin edenlerin; doğru, sağlam ve tutarlı bir ölçü sâhibi olduklarını kim söyleyebilir?
Hiç kimse söyleyemez!
Maalesef artık bu ölçüsüzlük “meziyet”(!) sayılıyor. Cehâlet, tepeden tırnağa prim yapmakta… Ve bu bayağılığın sonu, felâkettir.
(… Nihâyet, İmparatorluğun yıkılışı da kat’îyyen pâdişahların elinden olmamıştır:
Sultan Abdülhamid’in tahttan indirildiği andan îtibâren, iktidar, Saray’ın elinde değildi. Bizi, Balkan Harbi felâketine ve Birinci Cihan Harbi’ne sürükleyip sonsuz zarara uğratanlar, iktidârı Saray’ın elinden alanlardır.
Bu o kadar böyledir ki Birinci Cihan Harbi’nde un hırsızlığı, şeker hırsızlığı gibi türlü ihtiyaç maddeleri ihtikârı/vurgunculuğu yapanlar ortasında, Sultan Reşad’ın bir gün:
-Allah Râzı olsun Enver’den, bizi şekersiz bırakmadı! Dediği, o yılların en acı tebessümlerine sebep olmuştur. (1)
Halk sevgisine gelince:
Sultan Abdülhamîd devrinde okkası otuz paraya satılan ekmeğin fiyatına on paralık bir zam yapmak îcâb edince, hükümdârın, fırıncıların mümessillerini çağırıp:
-Siz yine ekmeği otuz paraya satın. Sattığınız her ekmek için istediğiniz on parayı ben vereceğim. Çünkü bir memlekette ekmek fiyatına zam yapılırsa, bunu bütün zarûrî ihtiyaçların pahalılaşması gibi bir hareket kovalar. Halkımız, bundan ıztırap çeker.
Dediği, Türkiye’nin her devrinde ibretle anılacak bir ‘halkı gerçekten düşünme’ tablosudur.(*)
(1)Enver: Birinci Dünyâ Harbi’nde İttihad ve Terakkî diktatörü Enver Paşa.
(*)Nihad Sâmi Banarlı, Osmanoğulları, Meydan Mecmuası; 14.05.1974
(Târih ve Tasavvuf Sohbetleri, Kubbealtı Neşriyâtı 1984, Sayfa 140 -İST.)