Pazar, Aralık 8, 2024

Dil ve Gönül(*)


 

Çiçekleri sever misiniz? Kim sevmez ki?

Sizler de birer çiçeksiniz.

Sakın abarttığımı sanmayın… Sizler de bu vatanın en nâdîde ve rengârenk, en güzel çiçeklerisiniz. Sizleri böyle görüyor, sizlere böyle bakıyor ve hepinizi bu duygularla selâmlıyorum.

Kim bilir yarın vatan-millet-devlet yararına ne güzel kokular yayacaksınız çevrenize ve ne büyük işler başaracaksınız, kim bilebilir?

Ve saygı değer hocalarım!

Müslüman-Türk yurdunun evlâtlarından ibâret bu bahçenin titiz, fedakâr ve müşfik bahçıvanları! Sizlerin önünde saygıyla eğiliyorum efendim.

Sevgili Gençler! “Dilini Yüreğinle Terbiye Et” ifâdesi bana âit değildir, Sayın müdür beğle hocalarınıza âittir.

Güzel bir isim, hayatın meyvesidir. Hz. Ömer

O kadar güzel bir cümle ve konu başlığı ki, ilk duyduğum anda hemen sevmiştim. Kendilerine bununla ilgili olarak ayrıca teşekkür ediyorum.

“Dilini yüreğinle terbiye et” cümlesinde, üç önemli söz var. Bunlardan birincisi, “dil”, ikincisi “yürek” ve diğeri de “terbiye etmek!”

Günlük hayatta çok sık kullandığımız bu üç kelime hakkındaki bilgilerimizi -sesli düşünerek- biraz hatırlayalım:

Dil deyince en başta, ağzımızdaki önemli bir organ akla gelir, öyle değil mi?

Başka ne akla gelir?

Konuşma dilimiz olan, lisanımız yâni ana dilimiz Türkçe gelir.

Bunlardan başka bir şey geliyor mu sizin aklınıza? Benim, geliyor. O da şu:

Türk kültür ve edebiyâtında,”dil” kelimesinin bir başka mânâsı daha var; “Yürek ve gönül” yerine de “dil” kullanılıyor.

Fakat bizim özellikle üzerinde duracağımız “dil”, daha çok konuşma tarzımız-üslûbumuz anlamındaki dildir.

Senin dilin bozuk… Dili tutuldu…

Dilim dolaştı… Dili pabuç kadar… Dilim sürçtü… Dilini eşek arısı soksun ve daha nicesini günlük hayatta kullanıp dururuz.

Dilini Yüreğinle Terbiye et sözündeki “Yürek” kelimesine gelelim.

YÜREK için lügatler, şöyle diyor; (İnsanın bütün duygularının kaynağı ve mânevî varlığının merkezi, gönül.)

Aynı şekilde, Yüreksiz biriymişsin… Yüreğim ağzıma geldi… Neredeyse yüreğime iniyordu…

Yürek çarpıntısı ve benzerlerini de kullanırız.

Peki ya, üstteki târife göre bizim bütün duygularımızın kaynağı ve mânevî varlığımızın merkezi olan “Gönül” kelimesi için ne demeli?

Meselâ;

Gelmesine geldin ama gönülsüz geldin… Gönlümü kırıyorsun… Gönül gönüle vermişiz… Gönül hoşluğu… Gönül eğlendirmek… Gönül yorgunluğu ve daha sayısız benzerlerini hep kullanmaktayız.

Biz Müslüman-Türkler için gönül kelimesi olmadan konuşmak ve yaşamak, âdeta imkânsızdır.

Hiçbir aşk ve sevgi sözü, gönülsüz ifâde edilemez… Hiçbir aşk şiiri, gönül kelimesini kullanmadan yazılamaz… Hiçbir şarkı yoktur ki, sözlerinde gönül veya kalp bulunmasın!

O hâlde, “Gönül” ne anlama geliyor?

“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammed’siz muhabbet ne hâsıl”
Yûnus Emre

Gene lügatlere sorduğumuzda, şöyle anlatılıyor GÖNÜL:

(Îman, sevgi ve nefretin, iyi ve kötü bütün duyguların kaynağı olduğu kabul edilen kalbin, mânevî yönü.)

Daha geniş olan tasavvuftaki mânâsı ise, şu:

(Allâh’ın, insanda tecelli ettiği yer… İlâhî aşkın kaynağı.)

Ve bu sebepten olmalı ki, Yûnus Emre ne diyor gönülle ilgili olarak:

Gönül Çalap’ın tahtı
Çalap gönüle bahtı

İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise.

Gelelim “terbiye” ve “Terbiye etme”ye…

Terbiye ile eş anlamlı olan bir başka kelime de bildiğiniz gibi “Edep”tir. Terbiye olmak, edeplenmek… Terbiye etmek ise “Edeplendirmek” yâni “Eğitmek”…

Başka bir ifâdeyle “İstenilen şekilde yetişmesini sağlamak için bir kimseye gerekli bilgi ve nitelikleri kazandırmak”… 

“Bu iş sonunda elde edilen ve kişinin davranışlarında, diğer insanlarla olan ilişkilerinde görülen ölçülü, ince davranış ve konuşma biçimi.”

Şimdi… Sözlerimizin başına dönelim.

Tâzelediğimiz dil, yürek ve terbiye sözleriyle ilgili bu bilgilerin ışığında, beni şu anda sizlerle bir araya getiren (Dilini yüreğinle terbiye et) cümlesinden acaba ne anlamamız ve neyi nasıl yapmamız gerekiyor?

Öncelikle, siz bu konuda neler düşünüyorsunuz, sizce ne yapmalıyız?

Her şeyden önce terbiyeli-edepli bir konuşma tarzımız olmalı!

Aranan-istenen, bu! Ve bunu, bütün duygularımızın kaynağı ve mânevî varlığımızın merkezi olan yüreğimiz yâni gönlümüzle yapmamız gerekiyor.

Neden? Çünkü düşünmeden konuşamayız. Düşünce ve duygularımızın merkezi ise, gönlümüzdür-yüreğimizdir. Ve orası edepli-terbiyeli olursa, konuşacağımız zaman beynimize gönderilen emirler de aynı güzellikte olacaktır.

Peki, edep veya terbiye hakkında ne biliyoruz?

Edep, utanılacak bir harekette bulunmamak ve kötü söz sarf etmemektir. Bizi toplumda utandıran söz ve davranışı vicdânımız söyler. Çünkü vicdan, gönlümüzün sesidir ve insanda iyiyi kötüden ayıran; iyilikten huzur, kötülükten sıkıntı duyan, çok adâletli bir yargıçtır.

Hazret-i Mevlâna’nın şöyle bir sözü var:

“Dilden kalbe yol olduğu gibi, kalpten de dile yol vardır.”

Ne demektir bu?

Ağızdan çıkan hayırlı-güzel ve edepli sözler, kalbimizi terbiyeli ve edepli hâle getirdiği gibi; edep sâhibi bir kalp de, o kalbi taşıyan insanın konuşmasını edeplendirir.

Yâni, tavuk mu yumurtadan; yoksa yumurta mı tavuktan çıkar der gibi, dil ile kalp arasında sıkı bir alışveriş söz konusudur.

Bunların her biri, diğerini etkiler. Kalbimizde güzellikler, iyilikler artarsa ağzımızdan bal damlar, dilimizde güller biter.

Ve atalarımızın dediği gibi; (Dili tatlı olanın dostu çok olur.)

Buna karşılık dilimiz kötü ve çirkin sözlere alışırsa, o zaman da kalbimiz kararır, gönlümüz daralır ve vicdânımız S.O.S sinyalleriyle bizi uyarır.

Eğer onun sesine kulak vermemeyi alışkanlık hâline getirirsek, bir müddet sonra hiç duyamaz oluruz.

Hiç “Edep Çiçeği” diye bir şey duydunuz mu?

Eğer sık rastlanır ve kolay bulunur bir nesne olsaydı, elbette duyar ve görürdük. Hâlbuki edep gibi, edep çiçeği de çok kıymetlidir ve her kıymetli şey gibi, o da az bulunur.

Edep Çiçeği, ortasında siyah bir benek bulunan, çevresi beyaz bir kır çiçeğinin adıdır.

(Halk arasında, çiçeğin ortasındaki siyahlığın, dünyâda edep ve terbiye azaldıkça küçülmekte olduğuna ve âhir zamanda edep ve hayâ ortadan kalkınca, çiçekte hiç siyahlığın kalmayacağına inanılır.)

-Arının biri, arı beyine gelerek başka bir arıdan şikâyetçi olmuş:

-Bu arkadaş uçarken hep benim önümü kesiyor, demiş.

Arı beyi kısa ve net konuşmuş:

“-Seviyeni yükselt!” Demiş.

İnsan da eğer seviyesini yükseltirse, arının yüksekten uçması gibi bunu edepli, nâzik ve terbiyeli olmakla başaracaktır. İnsanın yüksekten uçması, kendisini herkesten üstün görmesi anlamında olmamalı elbette…

İnsanın yücelmesini sağlayan meziyetlerden birisi de “mütevâzî” olması, alçak gönüllü olmasıdır; gurur ve kibir sâhibi kimseler hiçbir tolumda hiçbir zaman yüksek seviyenin insanı sayılmazlar.

SUAL: O halde seviyemizi nasıl yükseltebiliriz?

CEVAP: -Biraz önce kısaca söyleyip geçtiğimiz gibi…”Edebimiz ve güzel ahlâkımızla!”

Yüce Peygamberimiz: “Rabbim beni edeplendirdi ve edebimi güzel eyledi.” Buyuruyor. “Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim”, diyor.

Bir Türk atasözü de “Edep, edepsizlerden öğrenilir” der.

Şu güzel söz de Hz. Mevlana’nındır: (Eğer hiç kimseden sana fenâlık gelmesini istemezsen fenâ söyleyici, fenâ öğretici, fenâ düşünceli olma!)

Konuyla ilgili bir başka Atasözümüz ise şöyle diyor: (Sözüne güvenilir insan ol.)

Yûnus Emre’miz şöyle öğüt vermiyor mu bizlere?

İlim, ilim bilmektir
İlim kendini bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Bu nice okumaktır?

Sevgili gençler, zaman hızla akıp gidiyor ve insan hayâtı da aynı hızla değişiyor.

Yaşlanmalar, doğumlar ve ölümler bu değişmelerden birkaçı… Âdet, töre, gelenek gibi bizi milletçe ayakta ve hayatta tutan değerler de maalesef değişiyor.

Değişmesi elbette normaldir fakat onların yerine koyduğumuz şeylerin; yeni alışkanlık ve âdetlerin değersizliğine dikkat çekmeye çalışıyorum.

Meselâ büyüklerimiz hocalarımız bize karşımızdaki biriyle konuşurken “anlamadın” dedirtmezlerdi, “anlatamadım” derdik.

Siz söyleyin lütfen hangisi daha zarif ve incelik dolu?

Elbette “anlatamadım” daha nâzik bir üslûp.

Hani eskiden doğru sözlü olmasıyla ünlü bir adamı mahkemede şâhitlik yapmaya çağırmışlar; salona girer girmez, o dönemin yargıcı demek olan Kadı efendinin bir gözünün olmadığını görerek:

“-Selâmün aleyküm Kör Kadı!” Diye söz başlamış ya… Bu da başka bir kaba ve yanlış davranış değil mi? Doğruyu söyleyelim ama, sen oraya mahkemenin konusuyla ilgili sorulacak suallere cevap verip şâhitlik yapmaya çağrılmışsın, yargıcın gözünün kör oluşuyla ilgili olarak görüş paylaşman, tuhaf, kaba ve hattâ edep dışı! Değil mi?

Allah dostlarından biri,

öğrencileriyle yürürken domuza rastlamışlar ve o zât hemen selâm verip, domuza: “Sabahınız hayırlı olsun”, demiş. Öğrencileri:

“-Efendim, demişler, bir domuza saygı gösterdiniz?”

“-Evet… Dilimi iyi ve güzel şeylere alıştırıyorum da ondan” cevâbını vermiş.

Biz de dilimizi güzel ve iyi şeylere alıştırırsak, zamanla gönlümüzün de o kadar zenginleşip, bizi yeniden geliştirdiğini, besleyip yücelttiğini görecek… Hattâ kendimizdeki bu değişikliği hayretle seyredeceğiz demektir.

Bu duygularla hepinize başarılar diler, teşekkür ederim.

(*)23 Mayıs 2016 târihinde Fatih Anadolu Lisesi’nde gerçekleşen sohbetten.

Rıza Tekin UĞUREL
Rıza Tekin UĞURELhttps://www.dertlidolap.com
..1987 yılında kurulan Kütahya Aydınlar Ocağı Derne­ği başkanlığını uzun yıllar yürüten Uğurel, hâlen (KÜMAKSAD) Kütahya Mevlânâ Araştırma Kültür San'at Derneği'nin de başkanı olarak mûsikî, kültür ve san'at faaliyetlerini sürdürmektedir.
Benzer Yazılar
- Advertisment -

Popüler Yazılar

error: Muhtevâ korumalıdır!