Diyorlar ki; (Yetimin beşiğinin boncuğu yağmurtaşı’dır.
Zira, yetim çocuğun beşikde eğlencesi, ağlamaktır.
Gerçek âşık, canından uzakta olduğu için, yetim sayılır.
Onun da kârı, ağlamaktır.)
Evet ama, ben henüz yetimliğimin beratını beklemekteyim; o hücceti elime geçirmeden
Yağmurtaşını hayâl etmek, abes!
Hem, güvenilir bir ağızdan işittim:
(İstemesini bilen, isteğine ulaşır. Kapıda sabırla bekleyen, içeri girer. Girdikten sonra da misâfirlik âdâbına riâyet eden, vuslat koltuğuna oturur.)
Diyordu.
Benim de yağmurtaşına kavuşmam için, istemesini bilmem ve hepsinden önce bunu öğrenmem gerek.
Ki, (Bir kedinin avına kilitlenmesinden farksız davranmalısın!), diyorlar.
Sonra da, kulağıma şunları fısıldıyorlar:
-(Asıl hüner, hüzün cübbesini, sadâkat tâcını, tevekkül elbisesini giyebilmekte!)
Eyvah! Ne hüzünden cübbem, ne sadâkattan nasîbim ve ne de tevekkülden bir libâsım var.
“Hayıf benim bunca geçen ömrüme!”