SAYFA:3
GÜL İLE BÜLBÜL
Hikâyeyi bilirsin; bülbül, güldalına konup, hasret şarkıları söylerken; göğsüne batıp, orayı kanatan dikenin acısını aslâ hissetmez.
İnsanlar, siz insanlar gül ile bülbül arasında bir onulmaz sevdânın varlığına o derece inanmış ve bu aşkı öyle kanıksamışsınızdır ki; bir nebatla hayvan arasındaki aşk hikâyesinin sadece son sahnesiyle ilgilenir, başlangıç ânı ile hiç alâkadar olmazsınız.
Mâdem her şeye dıştan bakma gibi bir alışkanlığınız veyâ tembelliğiniz var; o hâlde bu işe de tâ temelden itirâz etmeniz gerekirdi.
Neden? deme!
Can taşıyan, uçan.. yiyip içen bir kuşcağız nerde, uçamayan ve size göre yer-içer bir mâhluk olmayan çiçeğin bitkiliği nerde?
Ne aşkı, ne sevdâsı!?
Ama ortada, insanlık târihi kadar eski bir gül-bülbül aşkı ve buna dâir de gül ile bülbül edebiyâtı var.
Peki, bu bilmecenin cevâbı n’ola?
Bu bilmecenin cevâbını arayan, ne sensin, ne de ben..Bunu bir bilmece olarak gören, zâten muhâtabımız olamaz!
Bir avuç çamurdan, istemiş gül dökmüş; dilemiş bülbül dökmüş. Değişik şekillere bürünen bu iki parçanın, birbirine hasret beslemesi.. aşk çekmeleri; sâdece beşer cinsine göre gül ve bülbülün hikâyesidir.
Bu görüş, hakîkatte gülünç bir görüştür; masalın ta kendisidir.
Bembeyaz bir defterle, kapkara bir beşerin arasındaki muhabbete de cinas diyen, mübalâğa san’atı diyen.. teşbih diyen; aynı masal çocuklarıdır.Onlar sanıyorlar ki; bâzı bâzı bir yavru kediye acıyıp, yiyecek vermeleri, yâhut bir köpeği sevgiyle okşamaları kendi mârifetleridir.Hattâ hattâ, karşı cinsten olanların hissettiği elektriklenme de; bir hayvanın, canı çektikçe çiftleşecek eş araması kadar basit bir “içgüdü” dür. Eğer böyleyse, “içgüdü” nedir?
Evet, nedir?
Zavallı beşer! Seni, senden de geri düşünceliler işte böyle kandırıyorlar.
Sen sorsan ki:
– Peki, o içgüdüyü güden kim? O içgüdü dediğiniz şey, bizim veyâ hayvanların neresinde?