“Âşık oldur kim kılar cânın fedâ cânânına
Meyl-i cânân etmesün her ki kıymaz cânına”
-FUZÛLÎ-
Elime kazma verdin, dağı gösterdin.
Kazmayı salladım; kazdım, kazdım.. Külüngüme, toprak yerine hep “çamur” geldi, balçık geldi, “ben!” geldi.
Ferhat’ı bilmez, Şirin’i tanımazdım. Suyu arayanlar, anlattılar; Efsâne geldi, masal geldi, kuru bir ün geldi.
Sonra gene kazdım. Varlık dağımda her bir zerre Şirin göründü; bana “Sen” geldi.
İşte Ferhad’ın huyu budur dediler ve Cansuyu, budur dediler;…
Seni gösterdiler.
Toplamayı öğrettin. Dedin ki: her bir güzelde benden bir güzellik var. Öyleyse, topla!
Topladım, topluyorum, toplayacağım. Elde bir var.
Çıkartmayı öğrettin. Dedin ki: her bir güzelde benden bir güzellik var; ama güzelliğim, ne hepsi demektir, ne de birisi.. O hâlde, çıkart!
Çıkarıyorum, çıkaracağım, çıkardım. Elde bir var.
Çarptım, böldüm, dört işlemin dördünde de dâimâ elde bir var, bir var. Elde bir var.