Su kaplumbağası, yumurta zamânı karaya çıkar ve açıkta yumurtladıktan sonra yine suya dalarmış.
Her kaplumbağa, suya dalınca, kendisinin kuluçkaya yattığını zannedermiş.
Aradan zaman geçip, havanın harâretiyle yumurtadan çıkan yavrular, analarıyla buluşurlarmış.
Nasıl oluyor da her ana kendi yavrusunu eliyle koymuş gibi buluveriyor? Ve sanki kuluçkaya yattığı yumurtanın üzerinden henüz kalkmışcasına öz yavrusunu bilip, buluyor?
“Melekleri geride bırakan o mâneviyat yolcuları; herhâlde keşif ve kerâmette su kaplumbağasından aşağı değildirler” diyen koca Nizâmî’den şevk alarak biz de demeliyiz ki:…
-Tek ümîdim, yegâne dayanağım; anamın beni başıboş bırakmayıp, bu sâhilden tutup götüreceği…
Beni tanıyıp bulacağıdır.
Bilmeli ve unutmamalıyım ki O, beni terk etmez ve reddetmez! Ancak benim evlâtlıktaki hatâ ve noksanlarım, en büyük korku kaynağımdır.
Ama analık şefkatinin dâimâ ve dâimâ, evlâdın böyle kirlerini yok sayacak kadar yüce olduğunu da iyi biliyorum. Ana kaplumbağa, yavrusunu, yavrusu olduğu için arayıp buluyor; günâhına, kusûruna bakarak yavru edinmiyor ki kendisine…
İşte, benim teminatım da bu!