Söyle Allah aşkına, hangi gazeteyi gönül rahatlığı ile okuyor ve hiç tereddütsüz:
“İşte benim gazetem!” diyebiliyorsun?
Ehven-i şer bir gazeteyi okuduğunu, okuduklarını da ayıklamak zorunda kaldığını inkâr edebilir misin?
Ya radyo, ya televizyon? Hele televizyon!
Câmiye gidiyorsun.. kalbinin derinlerinde hissettiğin ince, zarif, hikmet ve irfan timsâli Peygamber’ini anlatan din adamın mı var? Kürsüde vâizin, minâreye çıkmasa da sesiyle seni Allah’a çağıran müezzinin mi var?
Yoksa, tam tersi mi?
Hangi dernekte üye, hangi vakıfta vazîfelisin ve nafakandan kaçta kaçını oralara inançla severek verebiliyorsun?
Hangi parti, senin idealindeki kuruluş?
Gene ehven-i şer kaydıyla parti tutuyorsun ve reyini de bu düşünceyle veriyorsun.
Peki, elâlemin arı gibi çalıştığı ve nîmetlerinden faydalandığı bunca parti, dernek, vakıf, gazete, radyo ve televizyon mevcutken; sen de bunlardan mahrumken, onlar mı uyanık; yoksa sen mi? Yâni, ben mi, biz mi?
Biz, uyuyanlarız dostum.. uyuyanlarız! Onlarsa, uyanıklar ve sür’atle çoğalıyor, güçleniyorlar. Seslerini yeni nesillere; muhtaç ve inanmış kitlelere ulaştırabiliyorlar.
İnkâr etsek de, beğenmesek de, küçük görsek de onlar bizden ilerde! Çünkü çalışıyorlar. Çünkü, uyanıklar.
İnsanoğlu uykudan, mutlaka bir sesle uyanırmış.
Dilerim bizi uyandıran ses, bizi meydana getiren bütün mukaddeslerimiz için okunan bir ”cenâze salâsı” olmasın! Eğer böylesi olursa; kabirde işiteceğimiz yegâne ses de:”Uyudun, Uyudu! Uyudunuz, Uyudular!” azarlaması olacaktır.
Tuhaf şey..
Ben, senin de benden ve bizden olduğunu isbatladım ya.. yeter!
”-Yok, işi böyle berbat bir noktaya getirmekten korkup titriyorum.”mu diyorsun?
O hâlde uyandır beni!
Beni uyandır dostum!
Fiillerimi doğru çektir!
Bize bir ”Dost Sesi” gerektir. Dost’un sesini duymaz eden nefislerimizin sesini kıstıracak, bastıracak Senin sesin gerektir. Deccal’ı meçhullerde sanalı beri nefislerimiz engerektir.
Bize bir ”er” gönder Rabbim! Fazla gecikmesin; hem de er gönder Rabbim!
Geldi Ebrehe’den binlerce fil.. bize İsrâfil, yâhut Ebâbil gönder Rabbim!
Er’ini hep er gönderdin. Ne İsrâfil’in Sûr’u gecikti, ne filleri taşlayacak Ebâbil Kuşları.. Fakat Rabbim; gönderdiğin erleri, Hak Dostu erenleri Hirâ’daki örümcek ağı gibi örttü nefislerimiz; onları görmez olduk.
Şeytanı Minâ’da bıraktık, taşları ona attık. Ebrehe, bizdeydi; ”nefsimiz fillerini” taşlamak için gelen Ebâbil Kuşları çâresizdi; taş kalmamıştı fırlatacak.
İşimiz kıyâmete kaldı.
Kaldıysa kopacak kıyâmet, bâri bizlere birer kıyâmet gönder!
Rabbim! Şânına yakışan, rahmettir; bizlere rahmet gönder!
26.02.08