“Bu ne hâl? Yüzün safran sarısı..Hasta mısın yoksa?” dediler.
Ne bileyim,ne diyeyim Sultânım!?
“—Sen ne bilirsin safran sarısını ki; yüzümdeki sarılıkta ayrıca hastalık ararsın” mı demeliydim?
Eğer yüzümün rengi Safran Sarısı’na çalıyorsa, bunun gerçekten böyle olduğunu, Safran’ı bizzat görüp tanıyan yâhut Safran gibi sararan bilebilir. Yoksa ömür boyu Safran’la tanışmamış ve “Safran Sarısı” sözünü yalnızca kulaktan dolma bilen birinin bu lâfında iltifattan izler aramak boşuna gayrettir.
Ya,”hasta mısın” sözüne ne demeli?
Çehremdeki sarılıkta bedenî bir hastalığın izlerini aramak üzere sualler sorup, bana dostluğun en samimi işâretini gösterenlere, sence ne demeliyim?
’Peki, diyelim hastayım. Acabâ insanın yüzünü sarartan sayısız hastalıktan hangisine yakalandım sizce” mi demeliydim?
O hâlde?
O hâlde onlara desem ki:
“Yıllardır yüzünü göremediğim, adını diyemediğim birden bire kulaktozumda bitti ve tutup sırrımızı fısıldayıverdi. Değil yüzüm, her bir zerrem sararmalıydı bu soluktan. Ve gene şu veyâ bu organım değil, her bir zerremde onulmaz yaralar açılmalıydı; o soluğun, o ateşin hastası olmalıydım.”
Düşünsenize… bu güne kadar hiç kimse mâvi bir günebakan görmüş değildir. Sarı ile siyahın da birbirine bu derece yakıştığını kimse inkâr edemez. Günebakan’ı günebakan yapan, biraz da ortasındaki siyahlıktır.
Peki, ama nasıl oluyor?
Güneş ışıklarının rengi sarı mıdır?
Ya tohum, tohum siyah mıdır? Yoksa sarı mı?
Bu sarılık, siyahlık kimden öyleyse?
Bahçıvan, tohumu toprağa saçarken: “yeşerecek bitki, yüzünü güneşe döndürsün… Dur, şu tohumu şu yöne çevireyim” demez ki! Hem dese bile bu hükmünün yürümeyeceğini pek âlâ bilir. Ama o tohumun sînesinde sapsarı kesilecek bir günebakan cevheri bulunduğuna dâir îmânı, tamdır.
Öyleyse… Beyaz ve minicik tohumu yeşertip, dal – yaprak – çiçek – meyve yapan ve günebakan tohumunun yüzünü güneşe çeviren; sonra da onu sarartan, kimdir?
Sen, kalkmış benim yüzümdeki sarılığın sebebini araştırıyorsun.
Ne Safran’ın sarılığı kendincedir ne de yaprağın yeşilliği!
Fakat sînede, damarda ne var?
Tohumdaki beyazlıktan siyahlığa, yeşillikten sarılığa… ondan da kabuk, yaprak, dal ve meyveye kadar her şey ama her şey, damardadır.
Ve çehredeki renk, damardaki asıl cevheri bilmeyince, hangi isimle çağrılabilir?
Git! Âlime dânâya, cümle âleme sor! Başkaca bir cevap bulabilirsen Allah aşkına bana da bildir! Belki içlerinden biri, dertten ibâret bir devânın; yaradan ibâret bir merhemin ve hastalıktan ibâret bir şifânın bütün bunlara sebep olduğunu… insan çehresinden Safran’a, safrandan da günebakana kadar her varlığın bu dertle devâ bulup; bu yarayla onulup, bu hastalıkla şifâya kavuştuğunu belki evet belki sana şerhedebilir.
O zaman, o zaman n’olur gel ve bana da bildir bunu… bana, günebakanın damarını anlat!