(Şahâbeddin Sühreverdî, Bağdat’dan Konya’ya geldiği günlerde Seyyid Burhâneddîn’i ziyâret etmek istedi. Huzûruna girdiğinde, Seyyid toprağa oturmuş durumdaydı ve hiç kımıldamadan duruyordu.
Sühreverdî, bunu görünce uzaktan niyâz edip oturdu. Aralarında hiçbir söz geçmedi fakat Şeyh Sühreverdi ağlayarak kalkıp gitti.
Müritleri, Seyyid Burhâneddin’e:
-Sizin aranızda hiçbir soru-cevap olmadı; hiçbir kelime de geçmedi, ama bu yaşananların sebebi neydi?’’
Diye sordular.
Şeyh, şöyle cevap verdi:
-“Hâl ehli yanında (Kaal) değil, (Hâl Dili) lâzımdır.“
Hakîkati görenin huzûrunda susmak sana faydalıdır.
Bundan dolayı, Kur’ân-ı Kerîm’de “Susunuz” hitâbı vârit oldu.)
“O halde git, itaat etmek üzere bir şeyhin, bir üstâdın emri gölgesinde sus. Zîra o “hâl” olmadan, yalnız “kaal” ile gönlün müşkülleri çözülmez.’’
Ferîdeddin Attar, (Evliya Tezkireleri) isimli eserinde, bu konuda şöyle der:
(…Şunu bil ki, Üveysîler denilen bir zümre vardır. Bunların şeyhe ihtiyâcı yoktur. Zîra başka bir aracıya hâcet kalmadan, Nübüvvet bunları kendi kucağında terbiye etmiştir, tıpkı Veysel’i terbiye ettiği gibi. Gerçi o zâhiren Peygamberler Efendisi’ni görmemişti.
Ama O’nun tarafından terbiye ve irşâd edilmişti. Risâlet Ocağı’nda Nübüvvetten terbiye görmüş ve hakîkatle dost olmuştu. Bu makam o kadar ulu ve yücedir ki, kolay kolay kimseyi oraya ulaştırmazlar.
Bu devlet kime yüz gösterir ki? ’’Bu, Allah’ın dilediğine bahşettiği bir lûtuftur.’’)(Mâide Sûresi/5-54)
İşte, Veysel Karanî’den birkaç prensip:
‘’Yükseklik aradım, alçakgönüllülükte buldum. Beylik aradım, hayırseverlikte buldum. Mürüvvet aradım, doğrulukta buldum. Şan aradım, fakirlikte buldum. Şöhret aradım, takvâda buldum. Şeref aradım, kanaatte buldum. Rahat aradım, zühtde buldum.’’