Kasım 1997 tarihinde NEWSWEEK dergisi bir araştırma yayınlamıştı ve dergide kapak konusu yapılan haberde, şöyle deniyordu:
“Son on yılda yapılan araştırmalar, bütünüyle insan sağlığının, kişinin psikolojik yapısına bağlı olduğunu ortaya koymuştur.
Uzmanlar, çevresi ile güçlü bağlar kurabilen insanlar, yalnızlığa itilmiş insanlara göre daha az hastalanıyor demektedirler.
Olaylar karşısında soğukkanlılığını koruyabilen ve hayâta hep olumlu açıdan bakan insanların, sağlıklı bir hayat sürdükleri gerçeği ifade ediliyor.
Yapılan araştırma sonuçlarına göre,
kendini korkuya kaptıran ve yalnız yaşayan kişiler, psikolojik yönden bir problemi olmayan gruplara göre nezle, grip ve diğer hastalıklara daha çabuk yakalanıyorlar.
Araştırma sonunda uzmanların vardığı ortak kanaat; sağlıklı yaşamak isteyenler hayâta hep olumlu açıdan bakmalı ve kendilerini gereksiz evham ve korkulara kaptırmamalı.
İnsan beyninde teşekkül eden herhangi bir olumsuz düşünce, vücûdun bütün davranışlarına tesir edebiliyor.
Sözkonusu derginin haberinde, araştırmalar sonunda ortaya çıkan bir başka gerçeğin de; kanserden ülsere kadar birçok hastalığın, psikolojik rahatsızlıklardan kaynaklandığı ve bu kişilerin önemli bir kısmının da psikoterapi yoluyla eski sağlıklı günlerine dönmelerinin mümkün olduğudur.
Newsweek’in bu haberinde çok önemli noktalar var.
En başta, her hastalığın temelinde psikolojik dengesizliklerin yatıyor olması geliyor. Ki, ilim adamları, dinimizin “Kendini arıtan saâdete ermiştir” gibi âyetlerindeki hikmetlerin bâzısını yeni buluyorlar.
Kendini arıtan, tasfiye edebilmiş insandan başka hiç kimse, çevresiyle güçlü bağlar kuramaz. Çevresine hep olumlu bakmak, ancak ve ancak bir ruh terbiyesi görmeyi gerektirir.
Çevre, sâdece sosyal çevre değildir bize göre…
İslâm’ın çevreden anladığı, topyekûn kâinat ve bu kâinattaki bütün varlıklardır. Ve mü’minden istenen; bütün varlıkları Hakk’ın birer tecellîsi, mazharı olarak görüp, onlarla “olumlu bir bağ” içinde olduğunun farkına varmasıdır.
Varlıklar ve hattâ gözle göremediğimiz bütün varlıklar esâsen bir ve bütündür; aralarında bir bağ zâten vardır ve bu gizli birliğin idrâkine varabilen kimseye İNSAN der Kur’ân-ı Kerîm.
“Niyetlerinizi temiz tutunuz” buyurur, Efendimiz.
Bizde, “tek başınalığın” önemi yoktur, ille de toplum ve kalabalık şartı aranır. Bekâr bir peygamber yoktur. Evlenmemiş insanı aslâ olgun ve kâmil kabûl etmez. Hayat arkadaşı, o kimsenin iç dengelerini çatır çatır zorlayacak ve psikolojik gelişmesini belki böylece tamamlatacaktır.
İnzivâya çekilip ermeyi reddeder İslâm.
Hayâta ve olaylara soğukkanlı bakmak, kitaplardan da öğrenilemez. Yûnus bunu: “Girmek gerek terbiyete, Bildiklerin geri ata, Mürebbîsi ne der ise, Pes ol onu tutmak gerek” diye anlatır.
Peygamber Efendimiz de, Cebrâil Aleyhisselâm’ı kastederek: “Eğer Mürebbî olmasaydı Rabbîmi bilemezdim”, buyurur.
Dergide görüşleri yayınlanan ilim adamları, “sağlıklı yaşamak isteyenler hayâta hep olumlu açıdan bakmalı ve kendilerini gereksiz korku ve evhama kaptırmamalı” diyorlar.
Hayattaki her nesnenin bizden bir parça olduğunu idrâk edememiş insanın, o nesnelere ne çapta olumlu bakacağı, meydandadır.
Bu, sâdece güzel bir temennî ve tavsiye olarak kalır; teoriden öteye gidemez.
Pratiğe geçirilmeyen, hayâta aktarılmayan her fikir, boşluktadır. Hayâta olumlu bakmak, bizdeki gibi bir eğitim sonucu elde edilebilir. Bin dört yüz şu kadar yıl önce kuralları konulmuş olan hayat prensipleri, o kurallara inanıp, onlarla amel edecek müminler bekliyor.
Kur’an’daki “korku” “evham” mevzularından bahseden âyetler, müminlere “sağlıklı yaşamanın” sırlarını fısıldıyor.
Dergide geçen, “insan beyninde teşekkül eden herhangi bir olumsuz düşünce, vücûdun bütün davranışlarına tesir edebiliyor”, cümlesi de dikkat çekici.
“Vücudda bir çiğnem et vardır ki; o kötü olursa bütün vücût kötü, iyi olursa bütün vücûd iyi olur”, meâlindeki Hadîs yanında, kalpteki bir siyahlığın zamanla büyüyüp, kalbin tamâmını simsiyah yapacağına dâir Peygamber buyruğu da mevcuttur.
İlim adamları, “insan beyni” diyor, biz kalb diyoruz.
Kalp, kan pompalayan bir uzvun adı değildir çünkü.
En ıstıraplı hastalık ânında bile ağrıdan şikâyetçi olmayan kâmil insanlar, acaba bu ruh dinginliğini nasıl elde ediyorlar?
Bu sorunun cevâbı, şu kadar kısa ve özdür: Biraz önce bâzı örnekler sunduğumuz Kur’ânî emirlere uyarak… Bir ruh terbiyecisinden eğitim görerek!
Başka türlü, hayâta hep olumlu bakmak ne mümkün? “Kahrın da hoş, lûtfun da hoş” diyebilenler sâdece bizdeki “îman erleri” dir.
İş, onlara uymakta…