Kemâl Yurdakul Aren – Kemâl Ağabey

0
31

O, güzel bir insandı… bizlere gerçek ağabeylik nedir, büyüklük nasıl olur; yaşayışı ile, hâli ile, muhabbeti ve irfânı ile örnek olanlardan biriydi. İki gün önce aramızdan zâhiren ayrılıp beka âlemine göçtü.

O” dediğim, bizlerin Kemal Ağabeyi yâni Kemal Yurdakul Aren Hoca’dır.

Nur içinde yatsın inşaallah. Kendisini rahmet, minnet ve hasretle anarken; Onu tanımak şansına sâhip olamayanlar için, aşağıya bir yazısını alıyorum. “Bir Hikâye”, Kemal Ağabey’in herhangi bir yazısıdır. Onu tanımak isteyen genç yol kardeşlerinin irfânına kalıyor iş. Aşk olsun inşaallah!


BİR HİKÂYE(*)

O da bir dervişti.

Bir Efendi’si vardı.

Ama seneler evvel âlem-i cemâle yürümüştü.

Zaman zaman huzurda geçen sohbetleri hatırlar, içi bir hoş olur, “Ah Efendim, neydi o günler!..” diye hislenir, arkasından da “Ah o kıymetini bilemediğim günler!..” der, hayıflanırdı.

Keşke zaman zaman değil de her zaman, o mâzî-i mukaddesi yâd etseydi…

Ama olmuyordu işte! Âbâd olası hânede evlâd-ı ıyâl vardı. Mâişet derdi, dünyâ ahvâli yakasını bırakmıyordu ki… Biri olmasa diğeri, yeninden eteğinden tutup çekiştirerek kendisi ile meşgul ediyordu. Silkinsin, yenini yakasını o hayırsızlardan kurtarsın, mâdem ki dervişim diyor, böyle bu yol!

Ah, ah!

Çok haklısınız!

Ne kadar doğru!..

Öyle olmak lâzım!..

Neylesin ki seyr-i sülûku yarım kalmış. Bir türlü kendisinden beklenen olgunluğa ulaşamamıştı.

Bu yüzden o, kendisine “derviş” sıfatını konduramaz, bir günden bir güne “ben dervişim!” demez, etrâfı bu gömleği, ona giydirirlerdi. “Hayır, ben olamadım!” da diyemezdi. Zira otuz beş kırk seneye yakın huzurda bulunmuş!..

İyi de kime anlatırsın:

Bu iş, senelerin işi değil, bir anda olmazları olduran Rabbin işi!.. Demek ki, vakti zamanında bu oluşu sağlayacak hizmeti olmamış.

Öyle zâhir!..

Neyse!..

Anlatmak istediğim bu iç hicrânı değil, o başka bir konu, ama araya giriverdi.

Kahramanımız anlatıyor:

Geçen gün Taner ziyâretime gelmişti.

Konuştuk.

Ayrılırken “Kendinize iyi bakın!” dedi.

Ben de bu temenniyi sevmiyorum. Tercüme kokusu var.

Taner, dedim, gel seninle bir anlaşma yapalım, var mısın?”

Buyurun, ben hazırım.” dedi.

Bundan sonra “kendine iyi bak!” demeyelim, onun yerine “Allah’a emânet olun!” diyelim, olmaz mı?”

“”Hay hay!” dedi.

Yakasını bırakmadım:

Söz mü?” dedim.

Söz!” dedi.

Elimi öpüp ayrıldı.

O sırada kitabevinde raflara bakıp, oyalanır gibi görünen, 45-50 yaşlarında bir bey söze karıştı:

Yanlış yaptınız, dedi. O delikanlıya büyük, belki de taşıyamayacağı bir yük yüklediniz! Bilirsiniz söz Allah’ındır. Allah’a verilir. O çocuk şu veya bu sebeple, ya da dalgınlıkla verdiği sözü tutamazsa ne olur hâli?.. Hiç düşündünüz mü?”

Dondum kaldım.

Çok doğru ve yerinde bir îkazdı. Bunun böyle olduğunu bilmez değildim. Değildim ama günlük konuşmalar içinde “söz mü?” diye karşımızdakinden sözünü teyid ettirmek âdet olmuş değil midir? İşte ben bu alışkanlık hatâsını işlemiştim.

Bey’e:

Çok haklısınız! Hatâ ettim! Size de teşekkür ediyorum, beni gafletimden uyandırdığınız için.” dedim.

Özrümün üstünde hiç durmadı. Konuşmasına kaldığı yerden devam ederek:

Hem ‘kendine iyi bak’ temennisi o kadar yersiz bir söz de değil! Kendine iyi bak, içinde bulunduğun hâli gör, duygularını iyi tahlil et!.. gibi mânâlar da taşır.”

Aman Yârabbim, ne güzel sözlerdi bunlar…

Ama, benliğim uyandı, kendimi müdâfaa etme ihtiyâcı duydum, meğer bir tokat daha yemek içinmiş!

Ama helâl olsun!

Güzel söylüyorsunuz ama, dedim, dile pelesenk olmuş, üstelik yabancı kokuyor, sanki bir başka dilin malı, pek çok benzeri gibi oradan koparılıp bize yama edilmiş gibi. Ben ona…”

Konuşturmadı:

Olsun, siz dediğim mânâda kabûl edip, îcâbı gibi kendinizi sîgaya çekseniz, fenâ mı olur?..Size ne, yabancı dillerden gelmiş olması? Ne buyurmuş Resûlullah, “Hakîkat Çin’de de olsa onu alın. O, müslümanın yitiğidir.”

Allah!

Bu ne güzellik Rabbim!

Utandım.

Gidip elini hattâ yüzünü gözünü öpmeliydim,

Yapamadım!

Gene o münâsebetsiz benliğim mâni oldu. Sâdece başımı önüme eğdim.

Aradan birkaç gün geçti.

Bungun bir ânımda, ferahlamak için Dost’u(1) açtım. -Bu bende alışkanlık oldu- Ya Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık(2) ya da ‘Dost’ beni sıkıntıdan kurtaracak bir şifre verir.

Nitekim verdi de!

Önüme şu satırlar çıktı:

(Dost’un ısrarla ehemmiyet verip üstünde durduğu bir keyfiyet de sözdür. Hani, gelişigüzel ve ekseriyâ hesâba, kitâba vurulmadan söylenen bir sözün sizi, ateş misâli, etrâfı yakmasından ve bir tatsızlığa yol açmasından bilhassa çekinin!

Söz Hak’tır. Ehemmiyet verin, onunla oynamayın.”)

Meğer o gün benimle konuşan ‘Dost’ imiş.

Şimdi buna tevâfuk mu diyelim.

Evet, öyle!” diyorsanız, öyle olsun. Sizinle iddiâlaşmaya hiç niyetim yok.

Zâten iddialaşmayı da hiç sevmem…

Hadi kalın sağlıcakla.


(*)Kemal Y. AREN-Kubbealtı Akademi Mecmûası, Sayı 193, Nisan 2020

(1)Dost, Sâmiha AYVERDİ, Kubbealtı Yayınları,İst.1995

(2)Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık, S.AYVERDİ, Safiye EROL, N.ARAZ, Sofi Huri, Kubbealtı Yay. İst.1983