Kölenin elinde çok kıymetli bir Lâl kadeh vardı. Değerine paha biçilemeyecek bu kadeh elindeyken; Pâdişah:
-“At onu”dedi.
Köle, kadehi öyle bir vurdu ki yere; paramparça oldu… Kadehden eser kalmadı.
Etraftaki halk, hayrete düştü. Olacak şey değildi. Herkes şaşkın ve heyecanla köleye bakarken; köle de mütebessim, onları seyrediyordu.
Biri çıkıştı:
-“A köle, dedi, cihân aydınlatan kadehi, neden böyle kırıverdin?” Köle dedi ki:
-“Pâdişahın buyruğunu yerine getirmek; bence, balıktan Ay’a kadar… Belki bundan da yüce bir iştir. Sen, kadehe baktın! Fakat ben, pâdişâhın buyruğundan başka birşeye bakmam! O’nun buyruğuna kulum ben. Kul, ona derler ki; buyruğa uyar. Kadeh nedir ki? O’nun buyruğunu canla kabûl eder, dilerse can verir!”
“Yolun inceliklerini görenlerin işi, fermâna uymak… Buyruğa göre yol yürümektir.”
“Kul, dâima Allah buyruğuna göre hareket ederse; can âleminde Tanrısıyla konuşur.”
Dâima kulluktan bahseden fakat kullukta bulunmayana kul demezler.
Pâdişah, kullarından birine elbise ihsân etmişti. Adam, elbiseyi alıp yola çıktı.
Giderken baktı ki; elbisesi tozlanmış! Hemen, kolunun yen’iyle o tozu silkelemeye başladı. Fakat bu manzarayı görüp, hoşlanmayan birisi,” Pâdişâhım, senin verdiğin elbisenin tozlarını silkeledi” diye pâdişâhı haberdâr etti.
Pâdişâh, bu hürmetsizliği hoş karşılamadı; edep dışı buldu. Adamı derhâl astırdı.
“Kul, sınanma zamânı belli olur; bir sına da nişânesi görürsün!”
Ferîdeddin Attar’dan