Bütün dostlarımızın mübârek Miraç Kandili’ni tebrik ederiz.
(Cebrâil’in mertebesi, akıl mertebesidir.)
(Akıl, aşkın şerhinde âcizdir.)
(“Bismillâh” ile kalplerin mi’râcı dikilir. Ona, aşk ve gayret sâhibi kimseler ulaşır. Ona ulaşanlar, taayyün-i evvelin zevkini tadar, “sıddîkiyet” makamına ulaşır. Her şeye muktedir olan sultânın katında, “sıdk tahtı”nın zirvesine tırmanır. Basîret gözü açılır.
İlk zamanların gizli sırları ortaya çıkar.
Mahlûkat üzerindeki perdeler kalkar ve kalplerindekilere mauttalî olunur. Mahlûkatın gerçek yüzü görülür ve eşyânın hakîkatine uygun hükümlere tâbî olunur. Himmet ehli kimselerin yazıldığı levhalara kaydedilir.)(1)
(Bu vücut gözüyle Hakk görülebilir mi? O,ancak kendi nûruyla görülür. Onu gören yine kendisidir. Ki Hazret-i Mevlânâ: “Ben Yâ Rab! diye hitap ediyorum.
Halbuki hitap, uzakta olan içindir. Sen ise bana şah damarımdan daha yakınsın, kendimdesin!” buyuruyor.
Hz.Muhiddin de: “Rabbimi Rabbimle gördüm. Dedi ki, kimsin? Dedim ki, senim!” buyurur.
Mahlûk, Allah’ı göremez. Allah’ı gören yine kendinin nûrudur. Bir şeyin hakîkatini görmek ve bilmek için o şeyin kendi olmalıdır. Sen ateş olmalısın ki, ateşin hakîkatini bilesin.
Sen kendinden çıktığın vakit Allah’ı görebilirsin… O vakit, gören de sen değilsin, senin hakîkatindir.)(2)
Hazret-i Muhammed, ümmetine şu yolda örnek olmuştu ki;
O, gazap ve şehvet ateşinden ve beşeriyet kesâfeti dumanından kurtulmanın, vücûd katılığından kurtulup, hâlis rûh olmanın tılsımına ermişti.
Onun nûru hakîkat yolunun ışığıydı. Kısaca O, kâinata büyük nûru göstermeye gelmişti ve ancak gönül gözü açık olanlara ve gönül gözlerinde açılmaya isti’dâdı bulunanlara böyle bir nûr gösteriyordu.
Yıldızların ortasında ayın parlak görünüşü gibi bir görünüşle Allah, hakîkatte kendinden gayrı olanların ortasında Zâhir’dir.
O’nu ancak gönül gözleri açık olanlar görebilir.
Buna mukabil gözleri ve vücûdları benlik ve nefis örtüleriyle sımsıkı örtülü olanlar, güneşi koyu bulutlar kaplamış, Hakk’ın gündüzünü karanlık geceler basmış gibi bu ışığı görmekten uzaktırlar.(3)
(Resûlullah Efendimiz Mi’râcı teşrif buyurdukları zaman; sidre-yi müntehâya geldiklerinde yani aklın hudûdunu aşıp, aşk hudûduna varınca Cebrâil dedi ki: “Yâ Resûlallah ben bundan öteye gidemem, çünkü gidersem yanarım”.
Efendimiz Hazretleri: “Yanarsam ben yanayım” deyip ileri geçtiler.(4)
(1)Ahmed’er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, çev. Dr.Ali Can Tatlı,1996 İstanbul; Erkam Yayınları, s.102
(2)Ken’an Rifâî, Sohbetler, 1992 İstanbul, Hülbe Yayınları, s.128
(3)Ken’an Rifâî, Şerhli Mesnevî-i Şerîf,2000 İstanbul, Kubbealtı Neşriyâtı, s.192-193
(4)(Ken’an Rifâî, Mesnevî Hâtıraları, Haz. Kâzım Büyükaksoy, 1968 İstanbul, İnkılâp Kitabevi, s.23