Bir aydan beri devam eden son hazırlıklar bitmiş, 26 Ağustos, yâni Büyük Taarruz günü gelmişti. Şimdi, beklenen zafer zamânıydı; işte saat 04.30 olmuştu. Arâziyi kaplayan hafif sis tabakası içinde, iki tarafın kaderini belirleyecek olan taarruz başladı.
Elli yedinci Tümen’e Çiğiltepe, Kızıltaş, Kızlaryaylası adlı birbirinden sarp ve yüksek üç tepe düşmüştü. Bu tepeler, daha önceden düşman tarafından mükemmel öylesine şekilde tahkim edilmiş/güçlendirilmiş idi ki; buraları gören İngiliz Kurmay subayları: ’’Aşılamaz’’ diyorlardı.
Topçumuz, bütün ateşi bir tepeye yoğunlaştırmıştı. Diğer iki tepe, arzu edildiği gibi ateş altına alınamıyordu.
Piyâdelerimiz, birinci tepeyi zapt etti. Askerimiz, her zamanki gibi seve seve canını vererek dövüşüyordu. Ama Türk topçusunun vuramadığı tepelerde düşman direnmekteydi. Bir defa, topçularımıza mermi yetiştirmek son derece güçtü. Bir de yanlışlık sebebiyle sevkiyat gecikmişti.
Herhâlde ‘’Ana baba günü’’ dedikleri, bu olmalıydı. Ve tabiî ki savaşı bir de genel parantezde ele almak gerekiyordu. Nitekim, Cephe Komutanı’ndan şu yazılı telefon îkazı geldi:
“Elli yedinci Tümen Komutanı Miralay Reşat Beğe: Muhârebenin genel akışına tesir ediyorsunuz, harekâtınızın yavaşlığı topyekûn harekâtı geciktirmektedir.”
Reşat Beğ, cesur ve fedâkâr biriydi. Askerî okulları bitirerek 1897’de orduya katılmış… Balkan Harbi’nde Yanya Müdâfaası’nda yaralanmış… Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Suriye ve Muş’ta muhârebeler vermiş… İstiklâl Harbi başladığı günlerde Kars’ta bulunmuştu. İstanbullu idi fakat subay olarak okulu bitirdikten sonra geçen 27 yılda İstanbul’a ancak bir iki defa uğrayabilmişti.
İşte böyle bir adam şimdi, hiçbir tedbire baş vurmadan cephedeki hatlarda erleriyle berâber ileri atılıyor, her mânâda canla başla çalışıyordu. Başkomutan Mustafa Kemâl Paşa da kendisini tanırdı. Ama işte, tepenin ele geçirilmesi de gecikiyordu. Toplarımızın orayı tutamaması düşmana dayanma gücü ve moral veriyordu. Reşat Beğ, kıt’alarının önünde hücuma kalkıyor, ileri atılıyor fakat aklı da telefonla gelen yazıyla çalkalanıyordu.
Evet… Başkomutan haklıydı.
Emir Subayı Refik Selimoğlu ile Başkomutanlığa haber yolladı: ‘’Yarım saate kadar emri yerine getirilecek ve Çiğiltepe’de direnen Yedinci Yunan Tümeni’nin haddi bildirilecektir.’’
Hücumlar, hücumları tâkip etti ve o yarım saatlik süre de geçti. Sonunda, Emir Subayı’na telefon için bir kâğıt vererek, gönderdi. Bu, bir vedâ yazısı idi:
‘’Verdiğim sözü tutamadığım için, artık yaşayamazdım.’’
Koca Adam, zaferi geciktirdiği için bunu nâmus meselesi saymış… Tabancasını şakağına dayayıp, hayâtına son vermiştir.
Komutanlarının vefat haberi ile erat ve subaylar bir anda çılgına döndü. Çiğiltepe’nin yamaçlarından yukarı doğru âdetâ uçuyorlardı. Şehit ve yaralı sayısının artmasına kimse aldırış etmiyor, sâdece düşmana doğru ilerliyorlardı.
Çok geçmeden, Çiğiltepe’deki direniş kırıldı ve tepe zapt edildi.
Kendisine 27 Eylül 1951 târihinde, Afyonkarahisar’ın Sandıklı İlçesinde bir kabir yaptırılır. Uzun müddet burada kalan Reşat Beğ’in nâşı, daha sonraki dönemde Ankara’da yaptırılan Devlet Mezarlığı’na taşınmıştır.
Hâlen Sandıklı’da bu kahraman asker için bir Anıt Mezar mevcuttur.
Allah rahmet eylesin.