Cuma, Ekim 11, 2024
Ana SayfaRıza Tekin UĞURELMakalelerNasreddin Hoca Aslında Ne Demek İstiyor?

Nasreddin Hoca Aslında Ne Demek İstiyor?

“Adam olmanın şartı nedir?” Diye sorana, Nasreddin Hoca “kulak olmaktır” diye cevap verir.

Bilindiği gibi Hazret-i Mevlânâ, Mesnevî’sine “Dinle” hitâbıyla başlar ve peşinden de: “İnsan, önce kulak olmalı, sonra da dil. Önce dinlemeyi öğrenmeli ki, daha sonra ağzından çıkacakları iyi bilsin,” der.

Gerçekten de insan vücûduna dikkat çeken Mevlânâ, kulağın ağızdan daha yukarıda yaratılmasını da aynı hikmete bağlar. Yâni öncelik sırası dinlemenindir, söylemek ise bu kıdem sırasına göre ikinci plândadır.

Ayrıca, kulak öyle önemlidir ki peygamberlerden hiçbiri sağır değildir. Dinlemesini bilmeyen, söylemesini bilemez. Mesnevî, buraya bir mim koyar.

Demek ki Nasreddin Hoca “adam” olmanın ilk şartı kulak olmaktır derken, çok derin mânâları kasdetmiştir. Zirâ Peygamber Efendimiz’e de Allah’ın âyetleri indikçe unutmamak için onları tekrarladığında: “şimdilik yalnızca dinlemesi” emredilmiş ve “zâten bildiği bu ilâhî emirleri söyleyeceği zamânın da kendisine bildirileceği” buyrulmuştur.

Şu da var ki günlük hayatta çok kullandığımız “Adam olmak”, yâhut “adam değilmiş”, “adam gibi adam” sözlerindeki adamın da Hazret-i Âdem’i kasdettiği düşünülürse, işin boyutu çok daha ötelere varır.

Çünkü Türkçe’mizdeki “adam” kelimesinin aslı, gerçek insanı ifâde eden Âdem sözünün ta kendisidir. Şeklen insan gibi görünmek hüner değildir; iş, gerçekten insanî vasıfları kazanabilmektedir.

Hoca, işte buna parmak basıyor.


Hani Hoca’mıza sormuş birisi: “Dünyânın merkezi neresidir?” diye… Ve şu karşılığı almış:

“-Eşeğimin bastığı yerdir.”

Bilindiği gibi eşek; yük taşıyan, pek çok meşakkate tahammüllü, sevimli bir hayvandır ve tasavvuf erbâbı, insan nefsini “eşek”le ifâdelendirmişlerdir.

Nefs, rûhun bineğidir. Nefsini arıtıp, onun kirlerinden arınmış ve bu dünyâya gelmezden önceki sâfiyetini kazanmış olgun insan ise, gene tasavvuf büyükleri nazarında “kâinâtın gözbebeği” olarak değerlendirilmiştir. Bir başka tasavvufî deyim olan “Kutup” ise aynı mânâya gelmektedir.

Zîra bir tekerleğin merkezi de aynı kelimeyle ifâde edilir. Tekerleğin her hareketi nasıl bu merkeze bağlı olarak cereyan ederse; nefsânî arzularından arınmış olgun ve gerçek bir insan da Allah’ın halifesi sıfatını kazanmış olmakla dünyânın, hattâ kâinatın merkezi mesâbesindedir.

Nasreddin Hoca, üstteki nüktesiyle bu hikmeti dile getirmiş olabilir. Ortada “nefs” bulunduğu müddetçe bu gerçeğin bilinmesi mümkün olmadığına işâret için de:

“İnanmıyorsanız ölçersiniz” diyerek, kısmen açığa vurduğu bir sırrı, test edilmesi imkânsız duruma sokmakta ve akıl oyunu oynamaktadır. Bu ise, kuru akılla yüklü insan kalabalıklarının tebessümüne yol açmaktadır.

Halbuki Hoca, son derece ciddî ve kendinden emîndir.


Peki, “Hocam, bil bakalım, benim sakalımda kaç kıl var?” diye sorana verdiği:

“-Eşeğimin kuyruğundaki kıllar kadar!” Cevâbına ne demeli?

Üstelik bu lüzumsuz ve hiçbir işe yaramaz düşüncenin sâhibi adam, iddiâsını isbât etmesini isteyince, Hocamız:

“-Gel de isbatlayayım. Bir kıl senin sakalından, bir kıl da eşeğin kuyruğundan koparalım. Bakalım hesap tutacak mı?” der. Bu teklife yanaşmayan adamı böylece başından savar.

Çünkü bu sual, faydasız bir düşüncenin mahsûlüdür ve cevâbının da herhangi bir işe yarar yanı yoktur. Ayrıca, bununla kaybedilen zamana yazıktır.

Yüce Peygamberimiz’in buyurduğu: “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım,” hikmeti, Nasreddin Hoca’nın mehek taşıdır. Zevzekçe sorulan bir soruyu muhâtabının seviyesinde ve onun anlayacağı üslûpla karşılar; öyle bir cevap verir ki, adamın menfaatine aykırı bir durum çıkar ortaya… Ve kuyruğu kıstırıp gider.

Şu da var ki, Hoca’nın o derin irfânı -meselâ- kendi sakalını değil, eşeğin kuyruğunu mukayese unsuru olarak ortaya atar; ölçü birimi, yâhut kıstas -sualin kalitesizliğine uygun olarak- ancak eşeğin kuyruğundaki kıllardır.

Gene nefs ve eşek benzetmesini esas alarak düşünürsek, Hoca, böyle bir sualin ne kadar nefsânî duygularla söz konusu edildiğini vurgulamaktadır. O derece bayağı bir nefsânîliktir ki bu; en uç noktayı teşkîl eden “kuyruktaki” bir tutumdur.

Zaman boşa harcanmakta, tefekkür için sayısız eserin bulunduğu günlük hayatta sakaldaki kıl sayısı üzerine kafa yorulmaktadır.

Tasavvuf erbâbı nazarında boş geçen her ânın şeytan tarafından doldurulacağı da göz önüne alınırsa, varın hesâb edin Hoca’nın sözlerindeki derinliği…


Derler ki Nasreddin Hoca’ya biri seslenmiş:

“-Gördün mü? Biraz önce buradan geçen helva kazanı ağzına kadar doluydu.”

“-Bana ne!”

Diye istifini bozmadan cevap vermiş Hoca. Fakat adam:

“-İyi ama o helva sizin eve gidiyordu.” Diye ısrârı sürdürünce, Nasreddin Hoca’dan:

“-O zaman sana ne?” karşılığını almış.

İnsanoğlunun belki de bütün problemi, kendisini ilgilendirmeyen işlere burnunu sokması ve karga gibi fazla meraklı bir mahlûk olmasından kaynaklanmaktadır.

“Tecessüs” veyâ merak ise, çoğu zaman insanoğlunun başını derde sokar. Bu yüzden olmalı ki ,”Kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurtulmaz” deyimi halk arasında çok kullanılan bir tâbirdir.

Gerçekte insanoğlu, bütün merâkını kendi işine, kendi hatalarına ve kabahatlerine yönlendirse kurtulacaktır.

Ama, dışa dönük yaratılan gözümüz nasıl kendisini göremiyorsa; insanoğlu da tecessüslerini, dikkatini kendisine çeviremiyor.

Hocamız ise, kullandığı “bana ne?” ve “sana ne?”den ibâret, topu topu üç kısa kelimeyle bu hastalığımıza neşter vuruyor.


Nasreddin Hoca’nın çocuk yaştaki oğlunu sınamak ve bakalım babası gibi akıllı ve zekî mi diye denemek isterler. Adamın biri, avcunda sımsıkı tuttuğu bir nesnenin ucunu çocuğa doğru tutarak sorar:

“-Evlâdım, bil bakalım avcumdaki nedir?”

Oğlan, dikkatle bakar ve:

“-Amca, der, pek seçemedim.”

Parmaklarını biraz gevşeten adam, mor renkli o nesneyi biraz daha seçilir hâle getirdiğinde, çocuk atılır:

“-Tamam, der, bildim… Avcundaki, gözü açılmamış Sığırcık yavrusudur!”

Ne var ki, herkes gülüşür. Çünkü adamın avcundaki şey, basbayağı bir patlıcandır.

Duruma derhâl el koyan Hoca:

“-Ağalar, vallâhi bunu ben öğretmedim, der, çocuk kendi aklından buldu!”

Gerçek ve tam bilgiden yoksun olanlar, henüz akıl-bâliğ olmayan çocuğa benzerler ve bilgi yerine “zan”la konuşurlar. Hâlbuki zan, kötü bir şeydir ve Peygamber Efendimiz’in îkazı meşhurdur: “Zandan kaçınınız, çünkü o bilmenin en fenâsıdır.”

İşte, bir patlıcanla bir kuş arasındaki anlamsız münâsebet gerçek karşısında nasıl gülünç kalıyorsa; zanla hareket edenler de gerçek bilgi sâhipleri nezdinde o derece çekilmez ve komik duruma düşerler.

Ayrıca kuru akılla çözülemeyecek problemler, sırlar vardır. Zannını bilgi yerine koyanlar hangi yaşta olurlarsa olsunlar, henüz “irşâd olmadıkları”, yâni akıl-bâliğ bulunmadıkları için çocukturlar ve kuru akılla çok az yol kat edebilirler.

Dikkat edilirse, Hoca: “Bunu ben öğretmedim, çocuk kendi aklından buldu” diyor.


Hocamızın, eşeğine ters binmesi de O’nun en büyük özelliklerinden biri olarak her yerde karşımıza çıkar. Temsilî resimleri ve heykelleri de hep bu tarzda çizilmiştir. O’nun en yaygın tanınma şekli, budur. Belki de Hoca’nın filozofluğunun bir belgesidir bu durum. Neden mi? Şundan;

Her çağda insanoğlunun en büyük sıkıntısı,nefsinin isteklerine uyması ve ona tâbî olmasından doğmuş ve doğmaktadır. Üstte de temâs ettiğimiz gibi eğer “nefs eşeği”ne tâbî olarak yaşamayı sürdürürsek, insan olarak başımız dertten kurtulmayacak; ne bu dünyâda ve ne de öte dünyâda huzur bulmamız mümkün olmayacaktır.

Huzuru ve her mânâdaki saadeti ele geçirmenin en kestirme formülü nefsimizin istek ve heveslerine aykırı davranmak, ona karşı çıkmaktır. Eşeğe düz binmek; yâhut büyük insan kalabalıklarının yaptığı gibi oturmak eşeğin keyfine uymaksa; orada ters istikamette oturmak da nefse muhâlefet etmeye işâret olsa gerektir.

Bu hareketi, Hoca’nın sâdece muzipliğine vererek gülünç bulmak ise, bizlerin ne kadar zavallı mahlûklar olduğunu

Belgelemeye yeter de artar bile… Eşeğine ters binmiş Hoca tasvirleri bu kadar yaygınsa eğer -ki öyle- bu takdirde insanların dün de bugün de en büyük yanlışı, nefislerine tâbî olarak hayat sürmeleridir.

Rahmet niyâzıyla dileyelim ki Nasreddin Hoca himmetlerini üzerimizden eksik etmesin!

Rıza Tekin UĞUREL
Rıza Tekin UĞURELhttps://www.dertlidolap.com
..1987 yılında kurulan Kütahya Aydınlar Ocağı Derne­ği başkanlığını uzun yıllar yürüten Uğurel, hâlen (KÜMAKSAD) Kütahya Mevlânâ Araştırma Kültür San'at Derneği'nin de başkanı olarak mûsikî, kültür ve san'at faaliyetlerini sürdürmektedir.
Benzer Yazılar
- Advertisment -

Popüler Yazılar

error: Muhtevâ korumalıdır!