-Ne olur, fazla bekletme… çabuk gel!
-Uzağa gitmiyorum ki! Meraklanma, hemen gelirim. Hem biliyorsun; şu kısacık ayrılık sırasında beklenen ve bekleyen farksız, öyle değil mi?
-Ama giden, uzaklaşan sen olduğuna göre, asıl bekleyen de ben’im!
Sen, beklenensin!
-Niye kelime oyunlarını bu kadar seversin, bilmem ki? Şu söylediklerine sen de inanmıyorsun, belli.
-Bâri bana mektup yaz… Gider gitmez yaz, olur mu?
-Bunun mümkün olmadığını da çok iyi bilirsin, fakat gene de söylüyorsun işte. Çünkü, mektubum buraya gelmeden, ben çoktan dönmüş olurum. Hattâ, senden, mektup yazacak kadar ayrı da kalmıyacağım.
-Öyleyse, bana senden bir nişan, bir armağan bırak ki; beni sevdiğinden emîn olayım. Hem de senin yokluğunda onunla avunayım.
-Bak sevgilim! Bütün istediklerini verdim… Benden sana nişan ve armağan, gönlümdür. Okuyacağın mektup da o! Sen hâlâ gitmeye gelmeye inanacak kadar toy musun?
Rıza Tekin Uğurel