1929 senesinde idi.
Bir gün Doktor Server Hilmi Bey hiç de mûtâdı olmadığı halde bir istiğrak havasına dalarak semâ etmeye başladı. Fakat Ken’an Rifâî onu hemen eteğinden tutarak:
“Olmaz efendi, bu zamanda böyle şey olmaz. Mâdemki yasaktır denmiş, menedilmiştir, onun için olamaz. Biz ülülemrin sözüne ittibâ ederiz. Çünkü oradan söyleyenin Hak olduğunu biliriz!” diyerek, üç kişiden ibâret bir odada dahi kânuna aykırı bir hareketi kabûl etmemiş, devlet emrinin gıyabî bekçiliğini yapmıştır.
Fakat onun bu vahdet anlayışı etrafında örgülenen aksiyoncu rûhu, ne dîne bağlı devlet sistemince, ne de devlete bağlı din sistemince anlaşılmamıştır.
Bu yüzden de dergâhların kapatılmasını tâkip eden yirmi beş yılın içinde onun kütle üstündeki tesir ve nüfûzu, devlet makamlarınca vakit vakit tâciz edici bir kontrol edâsı göstermiştir.
Pek de şaşılacak bir şey değil.
İnsan gözü ve idrâki, çok küçüğü göremediği gibi, çok büyüğü de göremez. Rüyet sahamız için makrometrik âlemler nasıl meçhûl ise mikrometrik âlemler de öylece meçhûldür.
Böylece de onun ancak zan ve tahmin bulutları arasında elden ele, dilden dile dolaşan varlığı topu, kâh göklere çıkarılmış, kâh yerden yere yuvarlanmıştır ki, yakınlarını rencîde eden bu isnatlar da onun müsâmahası ummânında kaybolup gitmiştir.
(Y.Asrın Işığında Müs.Ve Ken’an Rifâî, s. 124)