“İnsanları birbirine bağlayan ya da lehimleyen reçeteyi şu birkaç maddede toparlamak mümkün:
Histe ve fikirde birlik, şefkat, muhabbet, saygı, dürüstlük, sabır, ferâgat, kanâat ve bütün bu meziyetlerin hepsini besleyecek olan îman anlayışı.
Allah kadına, kimsenin erişemeyeceği bir imtiyâz vermiştir ki o da analık mevkiidir.
Ama biz kadınlar, bu yüce imtiyâzın takdîrinde yanlış olduğu kadar boş da olan bir inatla durmadan ‘kadın-erkek eşitliği’ terânesiyle kendi kendimizi küçük düşürüyoruz.
Allah, kadına yaratıcılık imtiyâzı vermekle onu yüceltmiştir. Erkek, ne kadar özense çocuk doğuramaz.
Ey kadın,
Cenâb-ı Hakk’ın sana bahşettiği bu ulvî vazifeyi unutup, neden tabîata müdâhale ederek isyan bayrağını açmış bulunuyorsun?” (34-35.s)
“Kadın ve erkek birbirinin tamamlayıcısı olarak yaratılmış ve vazife taksimi de tabîatça yapılmış bulunduğuna göre, aralarında zıtlaşma ve iddiâ gibi kof dâvâ, kazanılması muhâl/imkânsız bir dâvâdır.
Eğer iki cins de rûhî ve derûnî bir olgunluğa sâhip olmadan bu mevzûda hareket edecek olursa, bu gürültü, kadının da erkeğin de aleyhinde tecelli edecektir vesselâm…” (36.s.)