“Sen hayvanı geçmeden,
insanı arzularsın!”
Niyâzi Mısrî Hz.
Peki, ya insan?
İnsan da, bir gerçek insan aramalı, sonra O’na uymalı ve evinin yolunu böylece bulmalı!
Hakîkatsiz birine “insan” demezler.
Sâdî, Gülistan isimli eserinde bu noktaya şöyle parmak basıyor:
(Temiz ruhlu, nâmuslu bir genç, bir güzel yüzlüye gönül vermişti.
Kitaplarda şöyle okudum: Büyük bir denizde, delikanlıyla kız bir dalgaya kapılmıştı.
Gemici geldi, boğulup ölmesin diye gencin elini tutmak üzere uzandı. Delikanlı, dalgaların arasında, hem de utanarak:
–“Beni bırak! Sevdiğimin elini tut!”
Diyordu. Bunu söylerken gözünde dünyâ karardı. Can verirken de:
–“Aşk hikâyesini… zora gelince… sevgiyi unutan… hakîkatsizden… dinleme!”
Dediğini duydular.
İşte, gerçek dostlar böyle yaşadı. Bunları, görmüş geçirmiş birinden dinle ki, anlayasın.
Bağdat’da Arapçayı nasıl bilirlerse, Sâdî de sevmenin yolunu yordamını öyle bilir. Bir gönül dinlendiren dostun varsa; gönlünü ona bağla ve bütün dünyâya gözünü kapa!
Eğer Leylâ ile Mecnûn sağ olsalardı; aşk hikâyesini bu kitaptan meşk ederlerdi.)
*
(Bir adam, her çeşit ilim adamlarının ilmî sohbetlerinde bulunarak bütün ilimleri kendinde toplasa bile, samîmi bir terbiyeciden veya bir imamdan veya bir şeyhten riyâzet yoluyla eğitilmedikçe, Allah adamlarının derecesine ulaşamaz….
Ameldeki kusurlarını ve nefsinin benliklerini kendisine birer birer gösterecek bir üstaddan edep ve terbiye görmeyen kimselere, tasavvuf konusunda tâbî olmak câiz değildir.)(Kuşeyrî Risâlesi,s.162)
1034 yılında vefat eden büyük Allah Dostları’ndan Ebû Hasan Harakânî, diyor ki:
(Halk,”Falan zat imamdır” diyor. Oysa arştan yerin dibine, doğudan batıya kadar olan alandaki tüm yaratıklardan haberdar olmayan bir kimse imam olamaz!
…Tâ Türkistan’dan Şam’ın kapısına kadar olan alandaki kimselerden birinin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır. Türkistan’dan Suriye’ye kadar olan yerlerde birisinin ayağı taşa çarpsa, onun acısını ben duyarım. Bir kalpte üzüntü olsa, o kalp benim kalbimdir.)(Evliyâ Tezkireleri, s.604)
Azerbaycan’lı Allah Dostları’ndan biri olan Muzaffer Kirmisî ise, şöyle diyor:
(Mürîd; hikmete âşinâ olan kişiden edep öğrenmemiş bir kimseden edep ve terbiye tahsîl edemez.)
*
Gerçek bir dost sesi bize şunları söylüyor:
(Kendimizden de, halktan da tamamiyle ölmedikçe, canımız, boğazımızdan temiz olarak çıkmaz; îmanla can veremeyiz. Halktan tamâmen ölmemiş kişiye, sen, asıl ölü de! Çünkü o,bu perdenin altında ne var, bilmez! Bu perdenin mahremi, uyanık olan; hakîkatten haberi bulunan candır. Halkla diri olan kişi ise, bu yolda nâmerttir.
…Aşk ağacının meyvesi, muratsızlıktır. Kimin dileği-isteği varsa, söyle ona, başını alıp savuşsun buralardan! Aşk bir gönülde konakladı mı, o adamın gönlünü, varlıktan çeker alır.)(Ferîdeddin Attar)
*
(Bayezid Bestâmî Hacca gidiyordu, kılıcını çeken biri:
–Nereye? Diye sordu.
–Beytullah’a, Kâbe’yi ziyârete gidiyorum.
–Allah’ı Bistam’da bırakıp, Kâbe’deki evine mi gidiyorsun? Çabuk geri dön, yoksa başını vururum!)
*
Şeyh Ebû Hasan Harakanî, birisine sordu:
–“Nereye gidiyorsun?”
Adam:
— Hicaz’a! dedi.
–“Hicaz’da ne yapacaksın?”
–Allah’ı ve rızâsını talep edeceğim.
Buna karşı,Ebû Hasan, şu cevâbı verdi:
–“İyi, ama Horasan’ın Allah’ı nerede ki Hicaz’a gitmek gerekiyor? Peygamber (s.a.s.),Çin’de bile olsa ilim talep ediniz, buyurmuştur. Allah’ı talep ediniz dememiş ki!”
Nizâmî, diyor ki:(Bu gökkubbenin kafesi içinde kapalı kalanlar, şehirden sürülmüş, evden kovulmuş insanlar gibidirler. Kendisini selâmete çıkaracak olan yolcu, uzaktan ölümün kokusunu duymuş olandır,” Ölmeden önce ölmenin sırrına erendir”!
…Allah nûrundan ışık alan gözler, elbiseyi vücûda göre dikmesini bilirler. Her eşek, Îsâ’nın yükünü çekemez, her baş, devlet işini kavrayamaz.
…Bu gökkubbe altında herkesin mertebesi kendi kudretine göredir. Her nefes, saz âhengi olmadığı gibi; her kalp de Allah sırlarına gebe değildir.)
*
“Beden yumurtası içinde hârika bir kuşsun sen. Yumurtanın içinde kaldıkça uçamazsın.”
–Hz.Mevlânâ–
Büyüklerimiz, demişlerdir ki:
“İnsanların çoğu, hayatlarının yarısını, diğer yarısını mahvetmekle geçirir.”
Bu cümledeki insan sözünü,”beşer” anlamında kabûl etmemiz gerektiği anlaşılıyor. Zîra insanoğlu, insan sûretinde yaratılmasının değerini ancak insanlaşarak idrâk eder ve bu büyük “devletin” mânâsını ancak o takdirde anlar. Böyle, yâni beşer olarak yaratılmasıyla yüklendiği sorumluluğu ve borcu, insanlaşmadıkça ödeyemez.
Bunu yapabilmek içinse,”gönül dinlendiren bir dost” bulmak, şart! Fakat, Bayezid Bestâmî Hazretleri’nin şu sözü de düşündürücü:
” (O,birini dost seçerse)(TÂHÂ 20/41) işkence etmesi için Firavun’u ona musallat eder.”
Bir de şu söz:
(Aşk, dâimâ kâinâtın özüdür. Ama dertsiz aşk, aşk değildir!)(Ferîdeddin Attar)