-“Demin Semîha’ya onu söylüyordum. İnsan, riyâzat ve mücâhede külüngü ile hicaplarını kazıyor, kaldırıyor, altından mâ-i maîn çıkarıyor.
Yâni kendinde olan emânetten haberdar oluyor. O emânetten haberdar olmayan kimsenin hâli ise, ata binip de atım nerededir, diye arayan kimsenin hâline benzer.
Ben taşrada arar idim/ Ol can içinde cân imiş sırrı, işte o emânetten haberdar olmaktır.
Biliyorsunuz ki Beytullah’ta her taraf kıbledir.
Yâni Beytullah’ın içinde ne tarafa yüzünüzü döndürürseniz, her yandan kıbleye teveccüh etmiş olursunuz. Bu arada Beytullâh’ı aradan kaldıracak olursanız herkesin birbirine teveccüh etmiş olduğu görülür.”
Meclisten birinin gelişi güzel bir söz söylemesi üzerine:
“Söylediğiniz sözün nigâhbânı, gözcüsü olunuz ve düşünmeyerek söz söylemeyiniz!”
Adam kötülemek ve çekiştirmekten bahsediliyordu.
Münîre Hanımefendi:
-Ah Efendiciğim, yapıyoruz işte. Meselâ etekler için söylüyordum. O kadar kısa giyiyorlar ki, rahat oturamıyorlar. İki üç parmak daha uzun olsa, diyorum.
“Nene lâzım senin… söyleme! Bak ki mahşer gününde kendi eteğin kısa olmasın, avret yerin açık olmasın, ona bak!”
Semîha Hanım:
-Azrail’den korkarak Hazret-i Süleyman’a iltica eden adam, dervişlikten kaçanlara benzetilmiş. Dervişlikten kaçanlar da asıllarından, yâni kendilerinden kaçıyorlar değil mi?
“Şüphesiz, asıllarından kaçmaya çalışıyorlar demektir.
Azrail’den kaçan adam, hem de kaza ve kaderden kaçmak istiyor. Halbuki herkesin kaza ve kaderi kendisiyle beraber yoğrulmuştur. Ondan kaçmak nasıl mümkün olur?”
Kenan Rifâî