İnternet, bir mehek taşıdır bugün… Herkesin kaç “dirhem” geldiğini, kaç paralık “adam” olduğunu, hem de şahısların kendi rızâsıyla îlân ediverdiği bir hassas terâzidir!
Nitekim, aşağıdaki sözü birisi beğenmiş ve sayfasına almış:
(Kaç kez okudunuz Dostoyevski’yi? Orta bir dünyâ vatandaşı olabilmek için iki kez; orta bir yazar olabilmeniz için de beş kez okumalısınız Dostoyevski’yi…)
Bu müthiş (!) nükteyi (!) söyleyen zât, kimbilir kaç kere okumuş Dostoyevski’yi ki “yazar”(!) olmuş ve bir de “hikmet” (!) saçıyor çevresine… Halbuki yazar olabilmek eğer “yazı yazabilmek” ise bugün, daktilo bile gerekmiyor; bir cep telefonu yeterli!
Ve “dünyâ vatandaşı” olabilmenin yegâne şartı da Dostoyevski’yi okumaya bağlı değil… Kendi değerlerinizi hiçe saymak yeterli.
Aynen, üstteki cevheri (!) yumurtlayan şahıs gibi!
Hani, ne demiş atalarımız; “Ben sana vezir olamazsın demedim, adam olamazsın dedim!”
Sen de keşke Dostoyevski’yi beş kere okuyup “orta bir yazar” olduğunu zannedeceğine, öncelikle -meselâ Cemil Meriç’in, Sâmiha Ayverdi’nin, Yahya Kemâl’in bir tek eserini bir kez okuyup, “yazamayan” biri olsaydın da hiç olmazsa “adam” olsaydın!
Televizyon da öyle… O da bir mihenk taşı!
Çıkıp konuşanlardan öylesi var ki, insanın aklına “merd-i kıptî sirkatin söyler…” nüktesini getiriyor.
Nitekim, Alzheimer hastalığına karşı “tedâvi yöntemi bulduğunu” (!) söyleyen sözüm ona bir nöroloji profesörü de aynısını yapıyor ve:
“Bu hastalığın en iyi çâresi bol bol dedikodu yapmaktır; fırsat buldukça dedikodu etmeli!”
Diyordu. Belli ki bu da bir “dünyâ vatandaşı”…
Dostoyevski’yi okuyup okumamış olması önemli mi?
Kimlerin elinde heder olup gidiyor insanlarımız.
Ve hep de atalarımız haklı çıkıyor.
İşte yine bir atalar sözü:
“Yarım hoca dinden eder, yarım hekim candan eder!”
Ve bir başkası:
“Tezekten terâzinin .oktan olur dirhemi!”