Yunus Emre XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın başlarında, tahmini olarak 1240-1320 yılları arasında yaşamıştır.
Yunus’un gerçek hayatı hakkındaki tarihi bilgilerimiz yetersizdir. Bize kadar ulaşanlar daha çok menkıbe mahiyetindedir.
Şiirlerine bakarak düzgün bir tahsil gördüğü, Arapça ve Farsça’yı, dini ilimleri ve devrinin öteki ilimlerini iyice bildiği söylenebilir. Tahsılini muhtemelen Konya’da yapmış; Anadolu, Suriye ve Azerbaycan’ı gezip dolaşmıştır.
Devrinin ilim ve irfan kurumları olan medrese ve tekke kültürüne vakıftır. Şahsiyetini yoğuran ise daha çok ikincisidir.
Bugün Anadolu şehirleri onu paylaşamamaktadır. Çeşitli yerlerde makamı veya türbesi olmakla beraber, halen Karaman ile Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy (bugünkü Yunus Emre köyü) onu sahiplenmede önde görünüyorlar.
Menkıbelere göre Yunus fakir bir köylüdür.
Bir sene şiddetli bir kıtlık olur, yiyecek bulamazlar. O sırada, cömertliği duyulmuş olan Hacı Bektaş Veli, kapısına varanı boş çevirmemektedir.
Yunus Emre de Hacı Bektaş’ın dergahına buğday istemeye gider. Eli boş varmamak için dağdan alıç toplar ve alır. Heybesine doldurup götürür.
Huzura varınca halini arz eder.
Onu uzaktan geldiği için ve adet olduğu üzere birkaç gün misafir ederler. Bu sırada dergahın işleyişi, gelen gidenler, insanların birbirine saygılı davranışları Yunus’un dikkatini çeker. Ayrılma vakti gelince izin ister.
Hacı Bektaş’a haber verirler.
O: “Sorun bakalım Yunus’a”, der, “buğday mı verelim, yoksa erenler himmeti mi/nefes mi verelim?” Yunus:
“Himmet nefes benim neme gerek, çocuklar aç, ben buğday isterim!” der. Hacı Bektaş tekrar sorar: “İstersen getirdiğin alıçların sayısınca, hatta alıçların her çekirdeği başına on nefes verelim.” der. Yunus ısrar eder: “Hayır, ben buğday isterim!
Dilediği kadar buğdayı hayvanına yüklerler. Yunus yola çıkar.
Fakat fazla gidemez.
Dergahta gördükleri, oradaki mistik atmosfer onu etkilemiştir. Pişman olup geri döner: “Alın buğdayınızı, ben himmet isterim!” der.
Hacı Bektaş haber gönderir: “Şimdiden sonra olmaz artık, onun kilidinin anahtarı Taptuk Emre’ye verildi; varıp ondan alsın.” Yunus yollara düşer. Taptuk Emre’yi bulur, olanları anlatır.
Taptuk: “Safa geldin, halin bize malum. Hizmet et, emek yetir, nasıbini al.” der.
Hizmet himmete, himmet nasıbe ulaştırır. Sonrası malum, Yunus her gün dağdan odun getirir. Yaşını ve eğrisini ayırıp, doğrularını sırtına yüklenip tekkeye taşır.
Huzura odunun bile eğrisi yakışmaz diye düşünür. Kırk yıl bu manevi ateşte yanar pişer ve sonunda şöyle der:
“Taptuğun tapusunda kul olduk kapısında
Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdü lillah.”
Yunus’ un yandığı bu ateş ilahi aşk ateşidir:
“Ben yürürüm yâne yâne, aşk boyadı beni kane
Ne akilem ne divane, gel gör beni aşk neyledi” der.
İyi bir tahsil görmesine rağmen, o, kitap bilgisinden çok, manevi bilgilere, Hakk’ın bağışı olan irfana önem verir; şöyle der:
“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır. “
O, kendini bilme ilmini elde etmiş ve onun dışındakilerden vaz geçmiştir: “Ballar balım, buldum, kovanım yağma olsun” der.
Bundan dolayı derin bir şükür duygusunu yaşatır. “Eğer şükrederseniz nimetimi artırırım” şeklindeki ilahi buyruktan haberlidir:
Hak’tan gelen şerbeti içtik elhamdü lillah
Şol kudret denizini geçtik elhamdü lillah.
Kuru idik yaş olduk ayak idik baş olduk
Kanatlandık kuş olduk uçtuk elhamdü lillah.
Dirildik pınar olduk irkildik ırmak olduk
Artık denize daldık, taştık elhamdü lillah.
Taptuk’un tapusunda, kul olduk kapısında
Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdü lillah.
Yunus Emre ve şiirleri bizim en değerli hazınelerimizden biridir. Çünkü 750 seneden beri aynı zevk ve aynı heyecanla okunup gelmektedir.
Menkıbeye göre Yunus Emre’nin şiirleri aslında daha çok imiş. Ta ki Molla Kasım’a gelinceye kadar. Molla Kasım, başlangıçta gönül gözü kapalı biridir.
Dini, daha çok şekilci olarak anlayanların sembolüdür. İşte o, bir gün Yunus Emre Divanı’nı ele geçirir. Bir su kenarına oturup şiirleri okumaya başlar.
Beğenmediklerini koparıp suya atar. Bakar, bitecek gibi değil, içinden çıkamadığı şiirlerin bir kısmını da yakarak imha eder. Ancak okuduğu son şiirdeki şu beyit aklını başına getirir:
“Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sîgaya çeker bir Molla Kasım gelir. “
Pişmanlık duyar, ama ne çare, giden gitmiştir. Mamafih üzülmeye gerek yoktur. Çünkü Molla Kasım’ın suya attığı bin şiiri, denizlerde balıklar okumaktadır.
Yanıp dumanı göklere çıkan bin tanesini, orada melekler okuyorlar. Geriye kalan bin tanesini de yeryüzünde insanlar okuyor, ezberliyor, ilahi olarak terennüm ediyorlar.
“Biz dünyadan gider olduk kalanlara selam olsun Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun” diyor Yunus. Sana da selam olsun, diyoruz. Dualarımız sana ve seni sevenlere.
Prof.Dr.Mehmet DEMİRCİ