Meşhur târihçimiz Peçevî İbrâhim Efendi’nin eniştesi Mukabeleci Ali Efendi, 1559 yılında İstanbul’a gelen Nemse elçisini karşılamaya memur edilmiş ve elçiyle birlikte Edirne’ye gelmişlerdi.
Elçi, Edirne’ye ulaşınca yakınlarına bir ziyâfet verdi ve Ali Efendi’yi de dâvet etti. Yemek sırasında elindeki şarap kadehini kaldıran Nemse elçisi, Ali Efendi’ye hitâben:
-Bunu kimin şerefine içerim, bilir misin?
Diye sordu. Bundan sonrasını Ali Efendi’nin kendisinden dinleyelim:
“-Kimin? Dedim.
-Bir yiğidin aşkına içerim ki, onun bir benzeri ne Kral’da ve ne de Hünkâr’da vardır, kılıcı üzerine de kılıç yoktur… Kimdir o dersen, Nedajdi Frenç Oram’dır. Dedi ve elçinin maiyetindekilerin cümlesi ayak üzere kalkıp, el arkasın yere koyup baş indirdiler. Sonra da bir kadeh daha doldurup benim elime verdiler.
-Baka elçi beğ! Dedim, ben Pâdişâhımızın yarar/kahraman beğlerini ve paşalarını istesem dahî sayamam ve içlerinden biri cümleden mümtazdır diyemem. Amma içlerinden bir garip yiğidin aşkına içerim ki, senin yarar dediğin Frenç, Sebeş Palankası (küçük kale) altına geldikte kaçarken bir darbe urup, at eğerinin kayışına mıhladı ki, o yiğit, “Deli Arslan” nam bahâdırdır.
Bu söz üzerine hemen gazaba gelip, terepezeyi/masayı devirdi ve üzerindeki gümüş eşyâyı birbirine kattı. Sarhoş kâfir hiddetinden divaneye döndü. İstanbul’a varınca mel’un kâfirle zor belâ barıştım.”
Gerçekten de İbrâhim Efendi taşı tam gediğine koymuş ve elçiyi susturmasını bilmişti. Zîra Akıncı Beğlerinden Deli Arslan, Sebeş Palankası’ndaki cenk sırasında, Nedajdi Frenç Oram’ı; bir vuruşluk kılıç darbesiyle ömür boyu tek ayakla yaşamaya mahkûm etmiş bir yiğitti.
Korkutucu görünümleri, olağanüstü cesaretleri ve savaşma azimleri ile Deliler Osmanlı ordusuna uzun yıllar boyunca mükemmel biçimde hizmet ettiler. Fakat zaman içinde tüm Osmanlı’yı tutsak alan bozulmadan ve yozlaşmadan Deliler de nasiplerini almışlardı.
Emrinde oldukları beylerin sık sık görevden alınmaya başlamasıyla birlikte Deliler başıboş ve işsiz kalınca bunun sonucu olarak askeri disiplinlerini yitirmişler, sıradanlaşmışlardır. Sonunda II. Mahmut tarafından 1829 yılında Deliler Ocağı lağvedildi ve karşı koyanların öldürülmesiyle bir dönem de kapanmış oldu.