Prof.Dr.Mehmet DEMİRCİ
Dînin iki yönü vardır: Birincisi akıl boyutu; ikincisi duygu ve gönül boyutu. Dinlerdeki duygu boyutu daha etkilidir. İdeal olanı, akılla duygu arasında âhenkli bir denge kurabilmektir. Ne sâdece akıl yeterlidir, ne de yalnızca duyguyla işi götürmek mümkündür.
Kuru akıl sınırlıdır, mekaniktir. Görmediği, isbat edemediği, deneyip denetleyemediği şeyi kabûl etmez. Ama onu aşan alanların varlığı da bir gerçektir. Duygular ve gönül ise serâzattır, sınırsızca kanatlanmak ister. Düşünce târihimiz hem bilim ve akıl adamlarımız, hem de gönül adamlarımız sâyesinde zenginlik kazanmıştır.
Burada, ikincilerden, gönül adamlarımızdan, gönül dünyâmızı aydınlatanlardan söz edeceğiz.
“Gönül”, Türkçemizin zengin mânâlı kelimelerinden biridir. Gönül, insanın duygu merkezidir. Gönül çekmek’de aşk olur, gönül vermek’te sevgi. Gönül yapmak’ta iyilik duygusu, gönül almak’ta memnûn etmek mânâları vardır.
Ayrıca, gönlü açılmak, gönlü olmak, gönlü dolmak, gönlünü etmek, gönlüyle oynamak, gönlü kalmak, gönül kırmak, gönülden kopmak gibi çok zengin bir “gönüllü’ deyimler hazînemiz vardır.
Bir inanışımıza göre Hakk Teâlâ: “Ben yere göğe sığmam, mü’min kulumun kalbine/gönlüne sığarım.” Buyurur.
Gönül şâirimiz Yûnus Emre seslenir:
Gönül Çalab’ın tahtı, Çalap gönüle baktı
İki cihan bedbahtı, her kim gönül yıkar ise
Bu kadar mı? Hayır. Ona göre, gönül yapmak cennet sermâyesidir. Gönül gözü Hakk’ı görür. Gönül inciten gerçekte Allah’ı incitmiştir. Gönle girmek, yâni gönül almak en değerli iştir. Duyguların merkezi olduğu için gönül coşup taşar. Yûnus’a:
“Taştın yine deli gönül
Sular gibi çağlar mısın?” dedirtir.
Kültür târihimizde şiirimiz, edebiyâtımız, mûsıkîmiz, daha çok gönül adamlarımızın eliyle ve onların çevresinde gelişmiştir. Bunlar duygu insanıdırlar, san’at da duygu kaynaklıdır.”Gönül medeniyeti olmadan ses olmaz, âhenk olmadan ritm olmaz.
Şiir ve mûsıkînin olmadığı bir hayat da çekilmez. “Yûnus’un, Niyâzî’nin güfteleri olmasaydı, bunlar üzerine yapılan besteler bulunmasaydı, ne kadar kuru kalırdık.
Gönül adamları ciddî bir mânevî eğitimden geçerek olgunlaşmışlar; önce kendilerini tanımış ve kandileriyle barışmışlar, huzûru böyle yakalamışlardır. Kendisiyle barışık olmayan öteki insanlarla ve tabiatla nasıl barışık olabilir?
Onların anlayış ve dünyâ görüşlerine her zaman ihtiyâcımız vardır.
Çünkü insan iyiliğe, güzelliğe, tebessüme muhtaçtır. Çünkü insan iç huzûruna, gönül susuzluğunu gidermeye muhtaçtır.
Edebiyat adamı Mehmet Kaplan şöyle der: “Batı medeniyeti, eski Türk velîlerinin kerâmetlerinden çok daha akıl almaz, saçma hikâyelerden ibâret olan Yunan mitolojisine dayanır. XX. yüzyılın akılcı ve maddeci görüşüyle, Türkiye’yi asırlardan beri kutsallık duygusuyla yaşatan ve koruyan velîleri inkâr ve ihmâl edersek, pek büyük bir şeyi kaybetmiş oluruz.”
Bu kafile bir büyük kervandır, bir sonsuzluk kervanıdır. Daha yüzlercesi, binlercesi vardır. Damla denizden küçük bir parçadır, ama onun özelliklerini yansıtır. Cenâb-ı Hak’tan niyâzımız, onların hâlleriyle hâllenmeyi bir nebze bizlere de nasîb etmesidir. Himmetleri hâzır, bereketleri dâim olsun.
(*)Prof.Dr.Mehmet DEMİRCİ, Gönül Dünyâmızı Aydınlatanlar, Mavi Yayıncılık-2005 İst.