Cuma, Mart 21, 2025

Av ve Avcı

Sayfa:8

Bir kulun aşkı bile, insanda irâde bırakmazken.. o kimse, yemekten içmekten, uyumaktan bile kesilir ve sâdece sevdiğinin hayâlini düşünürken; ya hakîkî aşkın kutlu kemendi boynuna geçmiş bahtlı insan, ne yapar?

“Aşk kılıcı, her boynu kesmez!” diyor Hazret-i Mevlânâ… daha doğrusu; “Her boyun, aşk kılıcına lâyıl değildir”, buyuruyor.

İşte herkes, Ezel Günü neyini kaybetmişse; bu dünyâda onu arıyor. Herkes, kendi kaybını bilip, gene kendi kaybettiği şeyi arıyor. Herkes, aşkdan yana aynı paya sâhip değil!

“Herkesin rızkını vereceğim.” buyuran Sâhibimiz, bize düşen payı biliyor; ama biz bilmiyoruz.

Av mıyım avcı mıyım, bilmem ki ben neyim?

Rızık denince, hakîkî rızık anlaşılır; fânî, izâfî rızık değil.. Biz, kelimelerin gerçek mânâlarına değil de, halkın kullandığı avâmî mânâlarına itibâr ettikçe irfan sâhibi olamayız ve hakîkatten de nasiplenemeyiz.

Her âyetin, her hadisin, her sözün ve her harfin; hem zahirî ve hem de bâtınî mânâlarını birlikte anlamalıyız. Meselâ, rızık sözü, bütün maddî rızıkları ve bütün mânevî rızıkları ihtivâ eder. İnsan denince, nasıl hakîkî yâni kâmil insanı anlıyorsak; her kelimede de aynı ölçüyü elden bırakmamalıyız.

Zîrâ Cenâb-ı Hakk’ın ve Efendimiz’in.. sonra evliyâ ve ehlullâhın kelâmları, bizlerin ağzından çıkan gelişi güzel sözler gibi değildir. Derin hikmetler, ince, büyük hakîkatlerin ifâdesidir o sözler.

İşte, hakîkî “kelime” onların sözleridir. Bizimkiler ise “lâf”tır.

Kelime ise, KELÂM’dan türemiştir ve Cenâb-ı Hakk’ın buyruklarına verilen isimdir.

İnsan gibi…

Ve insan da, insanlaştığı nisbette, rızık gibi, her şeyin hakîkîsini ister ve oraya meyleder.

Bu meyil, bir çekiliş.. bir cezbedir aslında. Pervânenin meyli gibi.

Biz, bir pervâneyi, bir de ateşi veyâ ışığı görüyoruz. Biz, şaşılarız!

Evet, pervâne ışığa gidiyor gibi görünüyor; fakat, neden sâdece pervâne bu cehdi gösteriyor da, bir başka uçar mahlûk olan sinek, aynı cezbeden haberdar bile değil?

Çünkü, pervânenin ışığa meyli; onun uçar bir mahlûk oluşundan kaynaklanmıyor; mayasında, ışığın çekiciliğine iştirâk edecek bir hassanın varlığından kaynaklanıyor.

Mıknatıs da, varlığında çekicilik bulunmasına rağmen, cisimler arasında seçme yapıyor ve kendi cinsinden olan demiri çekiyor.

Üstelik, mıknatıs, demirler arasında da seçme yapar gibi; her demir cismi, aynı mesâfeden kendisine çekmiyor. Özelliklerine göre, çekilmeye en fazla kabiliyeti olan demiri, en uzak mesâfeden çekmeye başlıyor. Diğerleri ise, mıknatısa daha fazla yaklaşmadıkça, o cezbe sahasına girmiş olmuyorlar.

Her neyse…

Şunu demek istiyorum;

Cevherlerindeki müşterekliği göz ardı edip, cisim ve beden farklılıklarına takılıp kalarak, hatâya düşüyoruz. Hareket hâlindeki, faâl hâldeki mahlûk pervâne diye; pervânenin ışığa âşık olduğunu varsayıyoruz.

Mıknatıs özelliği taşıyan çelik kütlenin değil; bu kütleden daha küçük cisimlerin çekilişini görebildiğimiz için de mıknatısa, “çekiyor!” diyoruz.

Bir bakıma, hep dinamik ve faâl olan şeylere meyilliyiz. Faaliyetini beş duyumuzla fark edemeyip, statik.. durgun zannettiğimiz cisimler hakkında ise tefekkür denilen melekemize prangalar vurmuşuz.

Mıknatıs, aynı özelliği taşıyan cisimleri çekiyorsa; ışık kaynağı da pervâneleri kendine çekiyor dememiz gerekmez miydi?

Gerekirdi. Ama, buna benzer sayısız mantık hatâları; Allâh’ın hikmeti icâbı tecellî etmektedir.

Büyük Hakîkati kavramak ve idrâk etmek istidâdıyla donatılmamış kimselerin oyalanması için yâni… avamın gözünden, büyük gerçeği gizlemek; onu perdelemek isteyen Cenâb-ı Hak böyle murâd etmiştir.

İnsanoğlu, yerçekimini de gözüyle görmez; yerçekiminin tezâhürlerini görür. Fakat, Allah’ı görmek ister.

Yerçekimini inkâr etmeyi aklından dahî geçirmez. Aklı da hiç görmemiştir, fakat, aklı inkâr edene rastlayamazsın.

Aşk da böyle değil mi?

Aşkdan yerçekimine.. akla, mıknatısa ve pervâneye kadar her zerrede hikmet arayan ve dâimâ da bulanlar, seçilmişlerdir.

Pervâne ışığa âşıksa, ışık da pervâneye âşık! Bu, mıknatıs örneği için de aynen geçerli; insanlar için de..

Şaşılığın sebebi; varlıkların öz cevherine bakmasını bilemediğimizdir.

Pervâne, ışığa, yanmak gâyesiyle gitmese de; neticede, fazla yaklaşmasının, kendisini yakacağına aldırış etmeyecek kadar gözü kara davranır. O, ışığa, nûra âşıktır ve :

“Ko yanarsam yanayım!” gözü karalığı, ona sırât-ı müstakîm olmuştur.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Rıza Tekin UĞURELhttps://www.dertlidolap.com
..1987 yılında kurulan Kütahya Aydınlar Ocağı Derne­ği başkanlığını uzun yıllar yürüten Uğurel, hâlen (KÜMAKSAD) Kütahya Mevlânâ Araştırma Kültür San'at Derneği'nin de başkanı olarak mûsikî, kültür ve san'at faaliyetlerini sürdürmektedir.
Benzer Yazılar
- Advertisment -

Popüler Yazılar

error: Muhtevâ korumalıdır!