Ben, seni düşünüyordum.
Başımı, alnımı dizlerinin dibine koymanın hayâliyle seni dinliyordum.
Sen, konuşmuyorsun ama sesini duyuyorum. Başımı, alnımı dizlerinin dibine koyamam, ama koymuşum işte…
Derken kapı çalındı; istemeye istemeye yerimden kalktım, açtım.
“—Yıldız burada mı?”
–Hayır efendim, burada Yıldız diye biri yok!”
Kapıyı kapayıp aynı yere oturdum; sanki, hoş bir rüyâdan uyanmak istemezmiş gibiydim. Fakat, uyanmıştım ve bambaşka düşüncelerle zihnim işgal altına alınmıştı.
“Yıldız burada mı?”
Nereden çıkmıştı bu?
Bizim eve, bu isimde biri gelmezdi; tanıdığım biri değildi. Ev halkından, bu isme yakın biri de yoktu.

Hayâllerimi berbat eden vakitsiz kapı çalıcıya kızmak üzereyken, içim “cız” etti. Kapıya gelen adam, senden bahsediyordu. “Ay” diyeceğine “Yıldız” demesi hiçbir şeyi değiştirmez. Evet, tastamam böyle! Sen, buradaydın. Hatâ bendeydi.
Ve o adamın dilini sürçtüren de sendin! Bana bir şaşırtmaca verdin;
“Bakalım sözünün eri misin?” Diye beni sınamak istedin. Çünkü bir gün:
“—Nereye gidersen git, kiminle olursan ol; ben, dâimâ seninle olacağım.
Ama mühim olan, senin kiminle olduğun!”
Dememiş miydin?
Belki, o “vakitli kapı çalıcıyı” da sen gönderdin ve hayâlle hakîkatin, yumurta – tavuk misâli iç içeliğini göstermek istedin.